(Kukla İbiş)
Gerçi şu ara Sunay Akın her yerden geçiyor. Bir Ankara’da,
bir İzmir’de, bir şurada, bir burada… Ben Bodrum’da yakaladım O’nu. Ne de iyi
oldu. Sevdiğim şehirde, biricik vatanımda sevdiğim bir yazarı dinlemek büyük
keyifti. Uçaktan iner inmez Zai Yaşam’a koşturdum.
Sahne hazır, sandalyeler dizilmiş. Bir yanda çok sevdiğim
cırcır böceği korosu bir yanda uzansam dokunacağımı hissettiğim yıldızlar, huzurlu bir ortam. Ve gösteri
başladı!
Sadece gösteri demek elbette yavan kalır. Bilgi denizinde
boğulmak üzereydik ki gösteri bitiverdi. Ne o? İki saat mi yoksa iki dakika mı?
Keşke gün doğana kadar kalsaydık olmaz mıydı?
Sunay Akın mutlaka sizin şehrinize de gelecektir aman
kaçırmayın!
Takiyuddin Efendi’den girdi, Besim Ömer Paşa’dan çıktı…
İkisinin arasına bir ip germiş ki sormayın gitsin. İnsanlardan ve hadiselerden örülü bir halattı bu. Ülkenin
tarihi önümüze serildi bir anda bohça gibi. Seç beğen al.
Bir hadise anlatıyor, şöyle bitiveriyor mesela; ve ilk
kaloriferi Zeynep Kamil’e Cemil Topuzlu döşüyor… Bir cümle böle biterken bir
diğeri; Selim Sabit Efendi! Okullara ilk sırayı o getirdi. Anıtkabirin
inşasında kim çalıştı? Civar köylerden koşarak gelen gönüllü köylüler! Ayrıca
gösterisinde tüm bunları fotoğraflarla da sabitledi Sunay Hoca… İyi de yaptı. O
köylülerin yüzündeki vakarı ve sevgiyi asla unutmayacağım mesela.
Topuzlu başka ne yaptı? 1912 salgınında tüm yalıları
hastane yaptı, umumi wc yaptı ve daha neler. Bu sayfalarca bilgiyi okuyabiliyoruz
kitaplarından ama Onun anlatımı, heyecanı, eskiye gidip gelişindeki merak ve
iştah izleyenleri de kendisi kadar heyecanlandırıyor…
Ve tabi Ondan bahsedip İstanbul Oyuncak Müzesinden
bahsetmemek asla olmaz. Göztepe’de bulunan müze çok büyük bir emeğin ürünü. Eşi
ile birlikte büyük emek verdikleri müzede ayaklarımı yerden kesen en önemli
oyuncak neydi biliyor musunuz? İbiş! Evet yıllar önce bir Gülhane Parkı vardı.
Ve biz anne ve babamızın elinden tutar o büyülü dünyaya adım atardık. Bir
zamanlar orada - çocukken de şimdi de asla tasvip etmediğim- hayvanat bahçesi vardı. Akşamları büyük çay
bahçesinde İbiş kuklası oynatılırdı. Demirden beyaz masa takımları vardı çay
bahçesinde. Çay bahçesine gitmek o zamanlar önemli bir kültürdü. “Aile Çay
bahçesi” yazardı çay bahçelerinin giriş kapısında…
Yine bir akşam İbiş izliyoruz. Ben daha çok küçüğüm ve İbiş’in
gerçek olduğunu zannediyorum! Elimde gazoz şişesi İbiş’in evine doğru
yaklaşıyorum, arkaya geçiyorum usulca ve ne göreyim, İbiş gerçek
değil. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Ayaklarımı sürüyerek geri geldiğim
masaya keyifsizce oturuyorum. İbişe sevgi dolu bakışlarım küskün bakışlara
dönüyor. İşte o zamanki çocukluk böyle bir çocukluktu. Şimdi olsa “ibiş ne yaaa”
derler herhalde. İşte böyle… İbişi müze vitrininde gördüğüm an “ibiş!”
deyivermiştim ve her gidişimde önce İbiş’e uğrarım. “Sen kuklasın ama aslında
çok gerçeksin” diye de fısıldarım kulağına…
Ve daha neler neler… Plastik telli arabalar, çocukluğumuzda Eyüp’te satılan düdüklü toprak sürahiler, tahta kuklalar, 1847’lerden kalma oyuncak ayılar… Bir zamanlar leğende ya da küvette yüzdürdüğümüz gemiler. Metal arabalar… En heyecan verici olanı bana göre trenlerin olduğu kısım. Daha fazla anlatmayacağım, gidin ve görün. Çıkmak istemeyeceksiniz.
Hüzünlü kısmı da yok değil. 1933 yılında Nazi Almanya’sında
üretilen oyuncak askerler! Hoca şöyle bir not düşmüş: “Tarihçiler 2. Dünya
Savaşı’nın 1 Eylül 1939 tarihinde Alman ordularının Polonya’ya girmesiyle başladığını
söylerler. Oysa ki Hitler ilk önce bu oyuncaklarla çocukların düşlerini işgal
etmiştir. Oyuncak askerlerle oynayan çocuklar, 2. Dünya Savaşı başlayınca bu
oyuncakların yerine geçtiler. Geriye gözyaşı, hüzün ve kırık oyuncaklar kaldı…
Hasılıkelam, Sunay Akın’ın “Yüz yüze” adlı gösterisini
kaçırmayın ve Oyuncak Müzesine mutlaka gidin. Orası oyuncaklardan ibaret, sadece çocuklar için kurulmuş bir müze değil, bilakis yetişkinlerin hayranlık ve ibretle gezeceği ve çıkarken hocanın da dediği gibi -ziyaretçiler, çocuklarının
ellerinden tutarak giriyorlar kapıdan içeri… Çıkarken, öteki ellerinden de
kendi çocuklukları tutuyor- bir müze.
Bir de Zürafa anlatısı var… Neyse merak edin.
Teşekkürler Sunay Akın. Mükemmel gece, mükemmel kitaplar,
mükemmel programlar, harika bir müze… Daha ne yapsın bu adam!