Oyunu Garibaldi Sahnesinde izledik. Binasını çok sevsem de sahnesini sevmediğim bir mekan. Ve mekanın girişine ne hikmetse bir tane afiş dahi konmaz! Halihazırda bina dışında ya da yan binada -tam olarak bilemeyeceğim- tadilat olduğu için bir şantiye koridorundan ulaşıyorsunuz Garibaldi’ye. Tarihi devasa binanın koca demir kapısına ulaştığınızda duvarı, önü, bahçesi müsait olmasına rağmen bir tek afiş olmaması (acaba burası mı) dedirtir insana. Buraya her gelişimde ayı şeyi düşünerek koca kapıyı aralar “acaba bu akşam burada oyun var mı” derim her defasında… Olur ya belki biletleri karıştırıp yanlış sahneye gelmişimdir, yapmadığım şey değil!
Görkemli salonda bekledik, ihtişamlı merdivenlerden çıktık, küçümen koltuklara oturduk. Koltukların üzerinde terapi seansından bahseden bir reklam broşürü vardı. Oyuna gelenlerden biri oyunla alakalı galiba dedi ama oyunla örtüştüremedim. Yani bu “tek kişilik” oyunun bir toplu terapinin devamı olduğunu gerçek manada hissetmesi lazım izleyenlerin. Belki sahneye halka şeklinde dört beş sandalye konabilir.
Nihayet oyuna gelirsek; babasını birlikte maç izlerken kaybeden bir adamın babasıyla olan ilişkisini ya da “olmayan” ilişkisini izliyoruz. Maçın Adamı isminin oyuna fazla geldiğini düşünüyorum. Çünkü oyunu çevreleyen bir maç yok ortada. Maç söylemi de yok. Sadece Michael’in anlatımından anladığımız; babası maç düşkünüydü ve maç izlerken öldü. Bunun ardından devam ediyor oyun. Aslında daha sakin anlatılabilinecek şeyler fazla yorucu ve fazla agresif mi anlatıldı? Biyografik bir oyun olabilir ve gerçek Michael gerçekten hafif bir konuşma bozukluğuna sahip heyecanlı biri midir ki gerçekten böyle de olsa bu denli yüksek mi anlatmalı hadiseleri? Bilemiyorum. Agresyondan konunun özüne inmek zorlaşıyor. Konu çok güzel, yavaş ve dramatik renklerle daha iyi anlatılabilineceğini düşünüyorum.
Oyunda dikkat çeken detay; babasının herkesten gizlediği bir hayatının da olduğu. Hintli bir arkadaşı çıkıyor ortaya. Ve oğluyla konuşuyor cenazeden sonra. Babasının ara sıra kalıp kafasını dinlediği, kendiyle baş başa kaldığı ve Hintli dostuyla da dertleştiği kiralık bir odaya götürüyor. Bir de ses kaydı bırakmış baba oğluna. Oyun sanırım bir buçuk saat sürdü fakat agresif oynandığı için 15 dakika sürmüş gibi geliyor şu an. Psikolojik oyunların duygusu üst agresyonun içinde parçalanıp yok edilmemeli.
En başarılı bulduğum yerlerden biri; zenci kadının rastalarını tarif ederken oyuncunun ellerini kullanış biçimi. Kesinlikle akıllarda kalmıştır bu. Öte yandan gözümden, kulağımdan kaçmadı; oyunda Nuri Bilge Ceylan’a selam gönderiliyor “yalnız ülkem” le. Bu da hoşuma gitti çünkü NBC filmlerini üçer beşer kez izleyen biriyim, bizler de aldık kabul ettik diyelim.
Özetle oyun güzel ve fakat duygunun o fazla bulduğum çoşkun anlatımın içinde erimemesini isterdim şu anda da istiyorum. Bir buçuk saat dert anlatmak kolay iş değil, oyuncuyu tebrik ediyorum. Oyunun konusu izleyiciyle etkileşimli performansa çok müsait aslında (interaktif)… Bu şekilde de denenebilir.
Ve oyun Michael’in babasının küllerini sahneye savurmasıyla biter… Hayatımızda yanıp gidiyor. Hiçbir ilişki eksik olmasa ve küller gibi savrulup gitmese… Gidin izleyin derim.