29 Ekim 2024 Salı

Yola Devam/Hit The Road

 

Filmi anlatmaya nereden başlasam bilmiyorum… Farsça, öğrenip de unuttuğum bir dil. Neyse ki harflerini bari unutmadım. Her İran filmi izleyişimde pratik yapmaya başlarım. Fransızca ve Farsça şiir gibi geliyor bana. Türkçe de ikisinin karışımı zaten.

Benim başucu filmlerimin başında yer alan ve ilk gösterimini 2021’de Cannes’te yapan filmin yönetmeni Panah Panahi… Fikir suçundan İran da hapis cezası alan ünlü yönetmen Cafer Panahi’nin oğlu. 2010 yılında muhalif olduğu için 20 yıl yurt dışı yasağı ve film çekme yasağı gelmişti Panahi’ye. Çok sevdiğim aktris Juliette Binoche, Cannes Film Festivalinde Panahi’yi unutmamış O’nun için bir şeyler söylemişti;”Onun suçu sanatçı olmak, bağımsız olmak” demişti.

Neyse, tüm sanatçılara selam edip filme dönüyorum…

Panah’ın ilk uzun metraj filminde kulağıma ve gözüme takılan ilk şey, doğru yerlerde çalan müzik oldu. -Schubert’s piano sonata-

Nuri Bilge’nin Kış Uykusu geldi aklıma. O da izlemeye doyamadıklarımdan… Bilge, bir söyleşisinde müzik konusuna değinmişti. Samimi bir itiraftı aslında bu. Filmlerde artık müzik kullanmayacağından bahsetmiş, bunun samimi olmadığını söylemişti. Tam ifadesi bu olmayabilir, hatırımda kalanı yazıyorum. Müziğe yaslanmanın doğru olmadığını söylemişti. O sözünden sonra filmlerde kullanılan klasik müziği kafamda iptal edip izlediğimde gerçekten doğru söylediği fark ettim.

Bu filmde de bu müziği üç ya da dört yerde duyuyoruz. Sahneye büyük derinlik katıyor. Olmasa? Evet yine derin aslında. Ama itiraf edelim ki iyi seçilmiş müzik derinliğe ihtiyacı olan sahneye doğru zamanda yerleştirilirse ortaya muazzam bir şey çıkıyor. Ben tiyatroda da fazla tekniğe karşıyım. Bir derdin mi var? Onu en yalın haliyle sergile. Seni izlemek için gelenler senden duyacakları şeyler için geliyor, fondaki müzik ya da başka sürprizler için değil. Ben bu filmi ya da Nuri’nin filmlerini ya da diğer bağımsız filmleri Schubert duymak için izlemiyorum. Kuru Otlar filmini iki kez sinemada, bir kez Netflix’te izledim. Müziğe rastlamadım orada, monolog var sonlarda unutmadıysam. Bir yılı geçti hala yazamadım ona bir yorum!

Hadi bir filmden daha bahsedeyim. Geçenlerde Demirkubuz’un filmini izledim, TRT2’de ilk kez ekrana geldi. Ne oldu? Hiçbir şey. Beğendim mi? Emin değilim. Kötü mü, hayır. Demirkubuz filmlerini beğenir miyim? Ona da hayır. Bu filmi izledim ama maalesef derinlik yok. Tuhaf bir şekilde Kuru Otlar da çok iyi değildi ama sanırım Nuri Bilge’nin diğer filmlerinin yüzü suyu hürmetine sevdim. Neyse onu da yazmalıyım en kısa zamanda.

Yolda Devam’da bir göç hikâyesi var. Bir yol hikâyesi insanı bu kadar mı içine alır. Bir araba, baba, iki oğlu ve eşi… Bir de tatlı bir köpek. Arabada onlarla yolculuk ediyorsunuz. Bunu iliklerine kadar hissettiriyor yönetmen. İşte derinlik, işte tüketmemek. Bir şeyleri tüketmeden, abartmadan ve samimi bir şekilde ortaya koymanın neticesi. Gülerken bir anda gözlerinizden yaş akabilir. Filmdeki gizemli genç nereye gitti derseniz, bence o da bir yazardı ve ülkeden gitmesi gerekiyordu. Ve babası ona şöyle der; “Bir gün hamam böceği öldürürsen tuvalete atma. Unutma anne ve babası onu büyük umutlarla gurbete gönderdi”

Çok fazla yazmayacağım yine. Zaman bulun ve en kısa zamanda izleyin bu filmi. Umut, yorgunluk, sevinç ve sevinme çabası… 


Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...