Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı”
Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı
olması. Bu bir anlatım. Yani yazarı Cevat Şakir.
Uyarlamalarla başımız dertte zaten. Eleştirince “bu zaten
uyarlama” deniyor. Ama asıl mana yuvarlanıp gidiyor. Beklentim yüksek değildi, afişteki
kostümden nasıl bir şeyle karşılaşacağım belliydi ama yine de görmem gerekiyordu.
Avamın gülüp eğleneceği bir gösteriydi bu. Çünkü Cevat Şakir’in
sürgünü bazlı bir çeşitlemeydi ve genel itibariyle komik bir anlatım hakimdi. Trajikomikse
eğer biraz da trajedi görmek gerekirdi. Bir düşünür der ki; “insan ruhunun baş
temeli trajedidir. Komedi hiçbir zaman trajedinin makamına oturamaz.”
Konu limandaki balıkçı değil, bir düşünürdür. Benim için
Uğur Mumcu neyse Cevat Şakir de odur. Mesela Uğur Mumcu’nun Rabıta kitabını okurken
bazen acaba Cevat Şakir’in kitabı mı dersiniz. Durum o derece ciddi aslında. Tabi
ki biri daha didaktik bir dil kullanırken diğeri kalemini rüzgara tutmuş coşkun
bir şekilde yazıyor.
Bundan yıllar önce anneme “Cevat Şakir nasıl biri” dediğimde
“Dürüst adamdır” cevabı almıştım, Uğur Mumcu için de aynı yanıt gelmişti. Deniz
Gezmiş dediğimde ise “Okulda Onunla kavga etmiştik” dedi. “Nee Deniz’le kavga
mı ettiniz” demiştim. Aynı yaştalar ve ikisi de Balık (sıkıntılı) 😊
“Kitap okuyordum, elimden kitabı alıp, bunu mu okuyorsun” diye bana kızdı demişti. Annem
de İstanbul Üniv. çıkışlı. Okul arkadaşları yani. Ya Nazım, ya Necip Fazıl… Ya
şu ya bu derken herkes neredeyse tam puan almıştı. Abim de bir dönem siyasi
yargılanmalardan geçti, zor zamanlardı. Bu konular hassastır.
Cevat Şakir hümanist kişiliğiyle öne çıkar. Onda herkesi
idare etme kabiliyeti vardı. Belki kendiyle bile dalga geçmiştir, birçok şeyi
ciddiye almamış olabilir. Fakat tüm bu tavırları yüzeysel bir bakış açısına
sahip olduğu için değildi. Ben Onun bu anlamda suiistimal edildiğini düşünüyorum.
Çok mu ciddiye alıyorum? Evet, çünkü ciddiye alınması
gereken bir isimden bahsediyorum. Nazım kadar, Abidin kadar, Orhan kadar, Azra
kadar, Bedri kadar…
Son zamanlarda tek kişilik oyunlar aile işine dönmeye
başladı. Tek bir oyun metni var ve her şeyi en fazla iki kişi ayarlıyor. Bu
oyunda da sanırım yönetmen oyuncunun kardeşi… Ne dekor tasarımcısı var ne
kostüm tasarımcısı var, ne sanat yönetmeni var, ne ışıkçı var…
Cevat Şakir klas bir adamdı. Tüm fotoğraflarına bakın,
belinde halat ip, kıçında düşmek üzere olan bir pantolon var mı? Ama oyunda
durum bu oysa ki O trençkotuyla, beyaz gömlekleriyle, ressam stili beresiyle
hep şık ve zarif. Sigara tutuşu bile cins adamın çünkü kendi cins ama bu
cinsliği yanlış yorumluyorlar. Cevat Şakir yaşadıklarıyla dalga geçebilir ama
ben geçemem. Adam ülkedeki birçok şeyi kanıksamış ve merhaba diyerek yaşam
yolculuğuna devam etmiş olabilir. Annem de anlar bu işlerden O da Yıldırım
Mayruk’un eski stilistlerinden biri. Dedim böyle bir kostüm gördüm. Nasıl
yorumlarsın, ben mi abartıyorum? Cevabı “Cevat Şakir’i balıkçı sanmıştır” dedi.
Bunu ciddi söyledi yani.
İşin adı “uyarlama” olunca her şey sapıyor bu ülkede. Cevat Şakir’i
homeless (evsiz) gibi göstermek nedir? Ayağındaki ip sandaletler ise bugünün
sandaleti ve kızlar giyer daha ziyade. İşte oyunlarda kostüm tasarımcısı bu yüzden var. Cevat Şakir’in su
gibi rakı içerek mektup yazdığı sahne çok mu gerekliydi, kitabında böyle bir şey hatırlamıyorum. İşte bu da oyunda tansiyonu
düşürmemek için yani düz bir oyunu interaktif bir oyuna çevirmek için basit bir
yöntemdir ve bayağıdır!
Uğur Mumcu da komikti, Nazım da öyle, Abidin de… Zeki
insanlar esprilidir zaten ve ne diplomasiyi ne de avamın el pençe divan
karşıladıkları şeyleri kale almazlar. Nazım deyince; Yurdaer Okur’un muhteşem
oyunculuğuyla RAN adlı oyununu izlediğimde karşımızda Nazım Hikmet var sandık
bir an. O da biyografik bir anlatıydı. Neden gülmedik? Neden o oyunda ve oyunun
devamında Nazım’ı daha iyi anlamaya çalıştık? Neden elimizde olmayan kitaplarını
sipariş ettik. Çünkü karşımızda Nazım vardı.
Eğlenmek için tiyatroya giden ve hiçbir kaygı gütmeyen yazarlar
basit bir oyunu övebilirler. Bu da tuhaf bir durum gerçi. Dekora gelirsek, tabi
ki arkada kocaman bir balık ağı var! Kostüm de zaten, neyse… Altı kaval üstü
şişhane. Bir şey yapılmaya çalışılmış evet. Bu anlatı olduğu için hikâyesi ya
da metni yok. Mavi Sürgün kitabı çerçevesinde diğer birkaç kitaptan da
birbirini tamamlayan, oyuna ahenk katacak cümleler seçilmiş ve bir kolaj
oluşturulmuş. Arada günümüze de ufak atıflar vs… Geçen yıl yazdığım bir metni
Mustafa Alabora’ya okumuştum. Oradaki iki kelimeyi kaldırtmıştı. Söylediği söz
şuydu; “hamaset yapma!”
Gerek yok yani milletin bildiğini göze sokmaya diyor. Sen derdini
anlat. Ne diyor Cevat Şakir; “Sanat anlatma arzusudur”. İşte söz işte öz. Ve
Mustafa Bey ile oyunumu yönetirken bir his kapladı içimi. İkimizde elinde mikrofon
vardı, oyuncular prova yapıyor o sırada. “Hocam bir şey eksik” deyip duruyorum.
Döndü dedi ki; “ruh yok ruh!”
İşte asıl mesele bu. Bu sahneler anlatmak için var. Ruhunu
ortaya koymak için var.
İzleyip hayranlık duyduğum oyunlar yok mu hem de çok. Özellikle
de tek kişilik oyunları çok severim. Derinlik vardır çünkü orada, tek kişilik
oyunlar çok kalabalıktır aslında.
Bülent Emin Yarar’ın tek başına oynadığı “Hamlet” oyununa
bin kere giderim. Ne oyundu ama!
“Gülistan”’a giderim.
Yurdaer Okur’un” Ran” oyununa bin kez giderim.
Metehan Budak’ın “Çığlık” oyunu giderim.
Levent Üzümcü “Rüstemoğlu Cemal’in Hikayesi” giderim
Cem Kılıç “Maçın Adamı” giderim
Elçin Atamgüç “Can Yeleği” efsane bir oyundu, giderim.
Hasan Fehmi Gökdeniz “Kök” harika bir oyundu ona da
defalarca giderim ve daha aklıma gelmeyen ne oyunlar ama Merhaba Halikarnas Balıkçısı adlı gösteriye bir daha gitmem.
BtL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder