Ne adamsın be Harpagon!
Oyunu izlerken ve yazıya da başlarken “ne adamsın” demeden
duramadım Harpagon’a…
Moliere, Cimri adlı oyunu 1668’de yazdı. Ve o günden bugüne
dünyadaki gerçek Harpagonların varlığının acı bilinciyle daha da gülündü bu
karaktere ve “ne adamsın” dendi kim bilir kaç dilde ve binlerce milyonlarca
kez…
Güldürü oyunlarını sevmem fakat hangi güldürüleri sevmem?
Günümüz komedilerini mesela! Kült olmuş ve bu günlere ışık tutan Cimri gibi oyunlardan
ancak ilham alabiliriz. İyi oyunların ve iyi filmlerin iyi hikâyeleri vardır.
Bir oyunun sağlam bir hikâyesi yoksa o oyun izleyiciye geçmez. İzleyici oyunla
bir bağ kuramazsa vaktini boşa harcadığıyla kalır.
O dönemde Paris’in burjuva kesimine atıf olsa da Cimri,
bugün cimriliği daha geniş bir yelpazede ele alabiliyoruz. Her şeyin cimrisi
olabilir insan; sevginin, merhametin… Oyuna konu olansa bir sandık dolusu altın. Ama ne altın! İşte bu altın etrafında yükseliyor oyun.
Yüzyıllardır varlığını koruyan bu değerli oyun neredeyse tam
iki saat sürüyor… Özel tiyatrolarda birkaç kez izlemiştim. Önceden izlemiş ve
okumuş olunca insan iştahla Harpagon’un o “yetişin hırsız var” diye başlayan
tiradını bekliyor. Başkasını bilmem de ben bekledim… Harpagon’u Mustafa Kurt
canlandırıyor. Kurt birkaç yıl öncesine kadar Devlet Tiyatroları Genel
Müdürüydü. Kendisini buradan da sevgiyle selamlıyorum. Oyun öncesinde de
kendisiyle kısa bir sohbetimiz olmuştu. Onu ilk kez sahnede izleyecektim. Gayet
mütevazı ve kibar bir beyefendiydi.
Evet Harpagon’u O canlandıracaktı tahmin edemeyeceğim bir
performansla hem de… Yakınlarım ve okuyanlarım bilir ki; üzerine basa basa bir
oyun ya da oyuncu hakkında olumsuz bir yorum yapmazdım kolay kolay ama artık
yapma zorunluluğu hissediyorum zira insanlar çoğu klasik hikâyeleri
oyunlaştırıp işi ticari boyuta getiriyor. Ve ortaya çok samimiyetsiz saçma
şeyler ortaya çıkabiliyor.
Şunu samimiyetle belirtmem gerekir; Mustafa Kurt’un kendine
has bir oyunculuğu var. Sahneyi kullanışından, ses yapısına kadar birçok şeyde
onu diğerlerinden ayıran bir iç sistem var ve bu oyuna değer katıyor. Bazı
sahnelerdeki altın arayışı seyirci koltuklarına kadar iniyor… Çok ünlü olup
daha ziyade ekranlardan tanıdığımız ama sahnede izlediğimde “nasıl olur” diye hayrete düştüğüm isimler de
oldu şimdiye kadar (olumsuz manada). İnsan böyle zamanlarda işine duyduğu aşkı
da sorguluyor aslında. İşimi yapıp eve gideyim diyen mi ararsınız, sesi çok
dejenere olduğu için canlandırdığı rolle herhangi bir bağ kuramamış oyuncu mu?
Özetle birine iyi ya da kötü demek benim için zor zanaat. Mustafa Bey’i oyun
sonunda tebrik etmiştim, buradan tekrar tebrik ediyorum. Gerçekten çok
şaşırtıcı ve çok kendine has bir yetenek. (Cimri oyunuyla -2019- yılın en
başarılı erkek oyuncusu ödülünün de sahibi aynı zamanda)
Tiyatro eğitiminin sonuna geldiğimizde sınavda bu tiradı
verecek bir arkadaşımız vardı, kendini yerden yere az atmamıştı. Gerçekten zor
bir tirattı bu meşhur tirat.
Gelelim Eda Aydınlı’ya yani La Fleche’ye… Sahneye bir afacan
fırlıyor komik aksanıyla! Siz içinizden “erkek mi kadın mı” diye düşünürken
basıyorsunuz zaten kahkahayı. Oyunun kara kutusu, oyunda nasıl desem… Sanki bir
düğüm… Önünüze çıkan sevimli bir düğüm. Her yerden çıkıyor, düğüm olduğu kadar
düğümleri de çözüyor. Olmazsa olmazmış La Fleche. Harikulade bir performans,
bitmeyen bir devinim içinde ortaya çıkan o bilmiş karakter. İyi ki oradaydın…
Cimri oyunu, cimri bir adamın etrafında dönen bir hikâye.
Cimrinin iki çocuğu var. İkisi de babalarının cimriliğinden şikâyetçi. Öyle ki
onu özetle şu satırlarla tanımlar bilenler:
“Dünyadaki insanların en az
insan olanı; yeryüzündeki canlıların en katı yüreklisi, pintilerin en
pintisidir. Onun sevmesinden kuru, onun okşamasından kısır bir şey olamaz.
Vermek öylesine zoruna gider ki, selam bile vermez kimseye, onu bile alır;
yalnız alır.”
Harpagon’un oğlu âşık olur, aynı zaman
içinde de Harpagon bir kadına talip olur. Kaderin işine bakın ki ikisi de aynı
kadını istemektedir. Kadınsa Harpagon’un oğluna yani Cleante’ye âşıktır.
Harpagon hem bir sandık altınını muhafaza etmenin peşindedir hem de aile
içindeki karmaşanın üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Ve bir gün altınları
çalınır. İyi ama kim çalmıştır? Hem de Harpagon’dan! Olacak iş değil! Kendini
oradan oraya atan Harpagon herkesi suçlar, ona göre tüm şehir suçlu ve herkes
asılmalıdır!
Peki altınları kim almıştır? Tahmin edin?
Tiyatro eleştirileri yazdığım zaman
sonundan asla bahsetmem. Son sahnede uyarmamı gerektirecek bir şey olursa da
onu yazarım.
Kostümler çok güzeldi, özellikle
ayakkabılara bayıldım… Dönemse dönem. Hakkını vermişler. Moda tarihine hâkim
olduğum için kostüme çok dikkat ederim. Rönesans’tan, Barok’una, Rokoko’suna
kadar yelpaze geniş ve doğru tercih her zaman alkış alır.
Cimri klasizm döneminin
temsilcilerindendir. Öte yandan trajikomik diyebileceğimiz oyunun zemini ahşap
ve eğimliydi. Bu benim için önemli bir detaydı. Daha öncede ahşap eğimli zemini
olan oyunlar izledim. Ve gördüm ki, hareketli ve tansiyonu yüksek oyunlar bu
tip sahnelerde çok daha rahat ve akışkan gidiyor. Görmek istenen karmaşayı
izleyene daha rahat aktarıyor. Tıpkı kahve ya da çay ikram ettiğiniz bir tepsi
gibi. Oyunu alın ve keyifle yudumlayın. Zeminde bir detay daha vardı Bir kapak
vardı ve oradan La Fleche çıkıyordu. Oyuna hareket
katan bu aksiyon ne tuhaf görünüyordu ne de bir klasikte “nasıl olur”
dedirtiyordu. Her zaman şunu söylerim; oyuncuda ve oyunda ruh varsa isterseniz
bir ipin üzerinde oynansın, o yine alkış alır, yine alır ve yine alır…
Kostüm bir oyunun olmazsa olmazıdır. Kimliğidir. Adını
görmediğim bir afişte sadece kostümüne bakıp o oyunun ne olduğunu
anlayabilirim. Özellikle bunu dönem oyunlarından beklerim. Geçenlerde izlediğim
bir Hamlet oyununda Hamlet sahneye saten kırmızı slip bir don ile çıktı.
Başkaları için bu bir yenilik olabilir ama benim için değil. Yenilik
isteyenlerin kendi zekâ ve akıllarıyla özgün eserler ortaya koymasını isterim.
Klasikler bizlere ilham olmak için yüzyıllardır bir çınar gibi ayaktalar. Onları
sarsmanın hiçbir manası olamaz.
Kostümler de şahaneydi. O dönemlerde kadınlar balina
kemiğinden yapılan korseler kullanırdı, dar kare burunlu, gümüş işlemeli kadife
ayakkabılar, kollardan bellerden sarkan kurdeleler ve daha birçok detay. Bu oyunda
tüm bu detayları görebiliyorsunuz. Senaryo iyidir ama dekor ve kostümde
aksaklıklar vardır. İşte bu yazar için gerçekten üzücü bir durumdur. Bu yıl
yazıp yönettiğim bir oyun için Çukurova’nın bir köyünden kilim ve toprak testi
getirdim. “Nasıl olsa yere serilecek ne gerek var” diyenlere cevabım: “ben
göreceğim” olmuştu. Ve oyunu yönetirken
oyuncudan beklediğim yegâne şeyse; gözlerinde görmek istediğim ışık olmuştu.
Empati yaparak ve ruhunuzu ortaya koyarak çıkardığınız eser
karşılık görür tıpkı Cimri gibi. Cimri ülkemizde yıllardır turneye çıkıyor ve
ayakta alkışlanıyor.
Ve bu oyundaki tüm oyuncular, hepsini bir
kez daha alkışlıyoruz. Alkışlarla defalarca bölünen ve İstanbul’a gelse yine
gideceğim mükemmel bir oyun izledim. Oyun dediğimiz şey sahnedeki kocaman
bütündür, bu bütüne iğneden ipliğe, çoraptan, düğmeye, sesten diğer sese her
şey dâhildir. Güzelse de bu yüzden güzeldir.
İçinizde yazmak isteyen vardır ve oynamak
isteyen de. Romanlarımdan birini senare etmek için yıllardır bekliyorum.
Beklememin sebebi yazamamak değil, yazarım fakat bekliyorum. Nedenini
bilmediğim bir şekilde… Yayınevleriyle sözleşme yaptığınız zaman 10 yıl boyunca
kendi eserinizi kullanamıyorsunuz. Ve 10 yılı da geçti. Hala bekliyorum. Çünkü
o kırmızı perde açılırken ve kapandığı esnada derin ve rahat bir iç çekebilmek
için. Çayı demlediğin an içemezsin, beklemen gerek.
Tiyatro eğitimini sahneye çıkmak için
almadım. Ben oyunculuğu tercih etmem, sadece işin mutfağını görmek istemiştim.
Bu bana çok şey kattı. En ağır ödevim; Jan Dark’ın savunmasıydı. O an dedim ki
kendime “asla sahneye çıkma” : ) Kreatif olduğum için hep doğaçlama yapmak
geliyordu içimden ve hocam en sonunda daha kısa bir tirat vererek benden
kurtulmuştu : )
Ne yapmak istiyorsanız bekleyin. İster
oyunculuk isterse yazmak. Her şey zamanı gelinde tıpkı bir bebek gibi doğuyor
çünkü hayatta onu bekliyor kucağına almak için.
Oyunun yönetmeni. büyük yönetmen Işıl Kasapoğlu'na binlerce teşekkür.