Fil
“Bayanlar baylar!” diye çıkıyor sahneye yokluğun ifadesi olan kızarmış burnuyla genç kadın. Oyuncu nezle ya da grip değildi çünkü iki sene önce de izlemiştim bu oyunu. O yüzden böyle bir anlam yükledim o buruna.
Ve kadın devam ediyor: “Dünyanın En Büyük Sihirbazı olarak adlandırılan bir adamın çok çok çok ama çok acıklı bir hikâyesidir.”
Hikâye acıklı, sembollerle anlatım keyifli ve tatmin edici. Kendini çok ama çok yücelten bir sihirbazın hayatından bir kesit görüyoruz oyunda. Kırılma noktasıysa şapkasından “çıkardığı” kocaman bir Afrika fili. Hem de erkek!
Bu oyunların yazılmalarının sebebi sizce nedir? Yaşanmışlıkların neticesi değil mi? Yazar bir fil kadar şişmiş egoyu Afrika filiyle özdeşleştirmiş. Neyse ki bu tiplerin yanında da hep bir vefakar, cefakar birileri vardır. Bu oyundaki cefakâr ise sihirbazı anons eden kırmızı burunlu genç kadın. Ve sihirbaza aşık ve kendini ona adamış.
Ona verdiği değer ve karşıdan yağan değersizlik duygusu hiç de yabancı değil. Bazen kaderin bize biçtiği rolü oynarken “sevgimi hak etmiyor” dediğimiz anlarla karşılaşmışızdır. İnanmışsanız eğer mücadele verirsiniz.
İşte oyunda en can alıcı sahne de buydu! Bir taşla ne çok şey anlatılırmış meğer diyorsunuz oyunun sonunda. Ve kavanozda kalmış o bir fasulye tanesiyle yaratılan hikâyenin ardından bir kadının, aşkından nasıl da haşlamış bir yumurta yumurtladığını görürsünüz. Ve yumurtlama sahnesinin ardından gelen kurlar silsilesi.
Ama adam o kadar kibirli ki kadının yüzüne bakmıyor.
Sonunda ne mi oluyor?
Ne olduğunu gidip siz göreceksiniz.
Teşekkürler Tiyatro BeReZe
Teşekkürler Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy
(Not: Merak ettim her seferinde farklı fasulye tanesi mi?) J
Bu arada kostümler, dekor ve müzik çok güzeldi. Kadın oyuncunun duygularını ifade etmesi açısından ön plana çıkması gereken gözlerinin hakkıyla gözlerimize sokulması ise bence önemli bir detay…