Bitmek bilmeyen yokuşları vardı bir de tepede kırmızı bir okul.
Yorulmuştum…
Hızlı adımlarla çıkmamam gerektiğini anlamam için kalp atışlarımı hissetmem gerekmiş meğer.
Duruyorum yolun ortasında. Eski bir şehrin yaşlı martıları uçuyor gökyüzünde birer ikişer. Terk edilmiş taş bir binanın önündeki son basamağa oturuyorum. Bir sakız gibi eğilmiş olduğunu fark ediyorum ortalara doğru.
Yokuşun yorgunluğunu atlattım derken sıcağın yorgunluğu çöküyor üzerime. Uykum geliyor.
Elimi merdivene koyup destek alıyorum. Başım hafif yana düşüyor. Gözlerimin kapandığını hissediyorum. Tatlı bir yorgunluk var gözlerimde. Yanmasına ve kapanmasına engel olmak istemiyorum. Biraz dinleniyorum, gücümü toplayıp kalkıyorum...
Yokuşun sonundaki okula doğru yürüyorum. Kiliseye gelmeden hemen solunda eski hatta terk edilmiş bir bina görüyorum. Kapısı aralık. İtiyorum ve kapının güzelce bir bahçeye açıldığını görüyorum. Bahçeyi keşfe çıkmış gibi hissediyorum. Yok, yok burada...
Güller, ortancalar, çeşitli ağaçlar hatta bakla bile var... İlk defa pişmemiş bakla yiyorum. Tadı fena değil. Arka tarafa geçtiğimde karşıma bir gül ağacı çıkıyor. Gövdesi mavi yaprakları yeşil. Sanki beni yanına çağırıyor. Ona doğru yürüyorum ve yürüdükçe kollarını acar gibi hareketleniyor. Ürperiyorum, biraz duruyorum.
Durduğumu görünce hareketlerini yavaşlatıyor. Beni korkutmak istemediğini anlıyorum ve ben de korkmadığımı ispatlar gibi hızlı adımlarla yanına gidiyorum. Gövdesine dokunuyorum mavi, yapraklarına dokunuyorum yeşil. Gülleri pembe ve çok güzel kokuyor. Isparta'lı misin diyorum, sanki gülüyor. En güzel gülünü bana uzatıyor. Alamam diyorum ya canin acırsa... Israr ediyor sanki. Dalıyla beraber yere düşüyor pembe gül. Yerden alıyorum. Kokusu bütün şehre yayılıyor...
Bahçenin içindeki eski binadan zil sesi geliyor. Okul zili. Çocuklar çıkıyor dışarıya siyah onluklu. Hepsi kız, hepsi mutlu. Yanımdan geçiyorlar, göz göze geldiklerime gülümsüyorum karşılık vermiyorlar. Beni görmediklerini anlıyorum... Duyduğum ürperti yerini korkuya bırakmadan biri elimden tutuyor, avuçlarımız öpüşüyor sanki... Bakmıyorum yüzüne. Beni bahçeden dışarı çıkartıyor. Konuşmadan yürüyoruz... Ve şehir hâlâ gül kokuyor…
Yorulmuştum…
Hızlı adımlarla çıkmamam gerektiğini anlamam için kalp atışlarımı hissetmem gerekmiş meğer.
Duruyorum yolun ortasında. Eski bir şehrin yaşlı martıları uçuyor gökyüzünde birer ikişer. Terk edilmiş taş bir binanın önündeki son basamağa oturuyorum. Bir sakız gibi eğilmiş olduğunu fark ediyorum ortalara doğru.
Yokuşun yorgunluğunu atlattım derken sıcağın yorgunluğu çöküyor üzerime. Uykum geliyor.
Elimi merdivene koyup destek alıyorum. Başım hafif yana düşüyor. Gözlerimin kapandığını hissediyorum. Tatlı bir yorgunluk var gözlerimde. Yanmasına ve kapanmasına engel olmak istemiyorum. Biraz dinleniyorum, gücümü toplayıp kalkıyorum...
Yokuşun sonundaki okula doğru yürüyorum. Kiliseye gelmeden hemen solunda eski hatta terk edilmiş bir bina görüyorum. Kapısı aralık. İtiyorum ve kapının güzelce bir bahçeye açıldığını görüyorum. Bahçeyi keşfe çıkmış gibi hissediyorum. Yok, yok burada...
Güller, ortancalar, çeşitli ağaçlar hatta bakla bile var... İlk defa pişmemiş bakla yiyorum. Tadı fena değil. Arka tarafa geçtiğimde karşıma bir gül ağacı çıkıyor. Gövdesi mavi yaprakları yeşil. Sanki beni yanına çağırıyor. Ona doğru yürüyorum ve yürüdükçe kollarını acar gibi hareketleniyor. Ürperiyorum, biraz duruyorum.
Durduğumu görünce hareketlerini yavaşlatıyor. Beni korkutmak istemediğini anlıyorum ve ben de korkmadığımı ispatlar gibi hızlı adımlarla yanına gidiyorum. Gövdesine dokunuyorum mavi, yapraklarına dokunuyorum yeşil. Gülleri pembe ve çok güzel kokuyor. Isparta'lı misin diyorum, sanki gülüyor. En güzel gülünü bana uzatıyor. Alamam diyorum ya canin acırsa... Israr ediyor sanki. Dalıyla beraber yere düşüyor pembe gül. Yerden alıyorum. Kokusu bütün şehre yayılıyor...
Bahçenin içindeki eski binadan zil sesi geliyor. Okul zili. Çocuklar çıkıyor dışarıya siyah onluklu. Hepsi kız, hepsi mutlu. Yanımdan geçiyorlar, göz göze geldiklerime gülümsüyorum karşılık vermiyorlar. Beni görmediklerini anlıyorum... Duyduğum ürperti yerini korkuya bırakmadan biri elimden tutuyor, avuçlarımız öpüşüyor sanki... Bakmıyorum yüzüne. Beni bahçeden dışarı çıkartıyor. Konuşmadan yürüyoruz... Ve şehir hâlâ gül kokuyor…