Arşivleri karıştırdım. İyi mi yaptım bilmiyorum...
Eski fotoğraflar, yıllar önce yazdığım onlarca şiir...
Biriktirdiğim şarkılar...
Umutla süslediklerimin daha az olduğunu fark ettim. Gerçi hepsini okuyamadım ama başlıklarından belliydi. Kafka'yı bu yüzden seviyorum sanırım. Onu tanıma şansım olsaydı ne konuşurduk acaba? Tepemizde siyah bir bulutun bize arkadaşlık edeceğinden emin olabilirim.
İki kafkaesk umut ile umutsuzluk arasında gider gelirdik muhtemelen.
Piyanonun tuşlarında gidip gelen eller gibiydi sanırım ellerim o dönemlerde. Müzik ve şiir hayatımın büyük bir parçasıymış.
Charles Aznavor - La Boheme'sini dinliyorum.
Düşlüyorum; bilmediğim bir şehirdeyim. Hiç tanımadığım bir evin bir odasındayım. Loş bir ışık var. Bu ışık eski bir yazı masasını aydınlatıyor sadece. Pencere açık. Dışarısı karanlık. Perdeyi aralıyorum elimle. O kadar yorgunum ki, perdeyi aralarken diğer elimle masanın kenarına tutunuyorum. Dışarıya bakıyorum, hiç bir şey göremiyorum karanlıktan başka. Uzaklarda bir yerde deniz var sanırım. Kokusu burnuma geliyor. Dolunay var muhtemelen. Göremiyorum fakat deniz olduğunu tahmin ettiğim boşluktan gri-beyaz karışımı bir ışık huzmesi yükseliyor göğe doğru. Derin bir nefes almak istiyorum. O kadar yorgunum ki gücüm yetmiyor. Ya da ben öyle zannediyorum. O an ne kendimi tanıyabiliyorum ne de ne istediğimi biliyorum.
Bir kaç kuşun kanat sesleri geliyor kulağıma.
Dışarıya çıkmak istiyorum. Çevreyi tanımak için değil. Merak etmiyorum nerede olduğumu. Odanın kapısını açıyorum. Her yer karanlık. El yordamıyla küçük adımlar atarak ilerliyorum. Bir merdivenin başında olduğumu anlıyorum. Buz gibi olmuş ellerim bir korkuluğa tutunuyor. Aşağıya iniyorum sessizce. İndikçe bir saate yaklaştığımı anlıyorum.
Ben aşağıya inene kadar gün doğuyor. Ortalık kızıla bürünüyor.
Kızıl, kızıl... Bir çok şiirimde bu kelime geçiyor. Kızıl ve yakamoz. Denizin sesini duyuyorum.
Aşağıya indiğimde eski bir fotoğrafımı görüyorum duvarda.
Dolunay ve ben... Aynaya bakmış gibi hissediyorum. Deli gibi fotoğrafa bakıp yüzümü, gözümü düzeltmeye çalışıyorum. Fotoğrafa dokunuyorum. Ellerim ıslanıyor...
Charler Aznavur'un sesi yükseliyor, her şey susuyor.
5 Ekim 2017 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Merhaba Halikarnas Balıkçısı
Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...

-
Yazıp yönettiğim Gazi Sofrası adlı oyunun ilk gösterimi 10 Kasım’da İBB Şile Kültür Merkezinde gerçekleştirildi. Oyunun sanat yönetmenliği...
-
Kirin Kiki’nin ve Masatoshi Nagase’nin oyunculuklarına hayran kalacağınız bir Japon yapımı. Türkiye de sinir olduğum şeylerden biridir ba...