“Hiçlik”
konusuna farklı bir bakış açısıyla yolculuk ettik bu akşam. Hiçlik dediğimiz
şey bir konu mudur yoksa olgu mu bilemiyorum ama ilânihaye bir “hiç” olmayacağımız
ve “hiçlik”ten varlığa yeniden dönüşeceğimiz kesin.
Bazı kendini
bilmezlerin “hiç” oyunları (kola yapılan dövmeler ya da eski yazıyla yazılmış
hiçler, kolyeler vs.) midemi bulandırırken hiçliği sahnede layıkıyla izlemek
güzeldi. Hiç olmak, hiç olmayı dilemek her babayiğidin harcı olmadığı gibi
çakmaları da hayat denen şu yolculukta pek sakil duruyor. Adam Tanrı’lığını
ilan etmiş ama kolunda “hiç” dövmesi… Başlarız böyle hiçe diyoruz ve oyunu konuşmaya
devam ediyoruz;
Oyunda hayatı,
Tanrı’yı, adaleti, düzeni sorgulayan bir adamın çığlıklarına tanık oluyoruz… Sistemin
sebep olduğu sorgulayıcı tavrı her açıdan izliyoruz oyunda.
Zaman zaman
komünist bir tavrında olduğu oyunda muvazene kelimesine rastlıyoruz. Erkut yani
psikolojik tedavi gören Erkut’un ağzına pelesenk olmuş bir kelime muvazene yani
denge… Sanırım yaşamdaki dengesizliğe bir vurguydu muvazene…
Erkut sahnede resim de yapıyor, yazı da yazıyor. Entelektüel bir kişilik. Dramatik bir
hayat hikayesi var. 45 yaşına kim bilir kaç 45’ler sığdırmış diyebileceğimiz
çilekeş bir adam. Şunu da söyleyeyim unutmadan; dekor harikaydı. O çizimler ve
çizimlerin arasına serpilmiş kelimeler gözümden kaçmadı. Loft bir havası vardı
sahnenin. Sevmediğim tek şey aralarda çalan bateriydi. Olmasa olur muydu? Bence
olurdu…
Parçalı
lirik bir anlatım var oyunda. Hasan Fehmi Gökdeniz’in (Erkut) oyunculuğu
gerçekten çok güzeldi. Çok katmanlı bir anlatım hakimdi oyunda… Cinnet,
sorgulama, kreşendolar, dekreşendolar… Bir an sahnedeki gerçek bir deli mi diye
de düşünmedim değil… Sık sık “insanlık
ölmüş” diyor Erkut. Bunu söylerken o kadar çok kişiyi işaret ediyor ki aslında.
Vah vah, tüh tüh diyen bizler de bile öldü aslında. Şapkaları çıkarıp önümüze
koysak bu yapıtlara gerek kalmayacak belki de.
Peygamberlere
tapanlardan girip, Atatürkçü geçinenlere kadar verip veriştiriyor Erkut. Peygamberin
bir sakal tanesi karşısında salya sümük ağlayıp Onun ahlakından zerre nasibi
olmayanlara da haddini bildiriyor.
Sonlara
doğru bir psikiyatr eşlik ediyor Erkut’a… O da derdine çare olamıyor ve sonun
da ikisi de hiçlik girdabında kayboluyor.
Hayatta
gelinebilecek en güzel nokta “hiç kimse" olabilmek aslında. Makamın mevkinin
ötesinde, huzurdan bir zeminde yaşayabilmek hiç kimse olarak…
Erkut
Türkiye’nin özeti olabilir mi?
İzleyin
kararı siz verin.