Dışavurumcu –
duyguların ve iç dünyanın dışa aktarımı- ressam Edvard Munch’un “Çığlık” adlı
meşhur tablosundan esinlenilerek yazılmış bir oyun. Tabloya baktığımızda
çoğumuz aynı anlamı yükleriz ona… Adı üzerinde çığlık. Önce şunu düşünmek lazım;
insan neden çığlık atar?
Bir düşünür;
“sanat anlatma arzusudur” der. Çığlık içimizdeki kaostan doğar. Bir ressam
çığlığı böyle resmetmiş, bir sahne sanatçısı bu tabloya bakarak da bir oyun
çıkarmış.
Oyunun temel
özelliği diyalogsuz oluşu. İşte burada sahne sanatının eylemsel boyutunu
görüyoruz. Aslında oyun çok katmanlı. Çığlık’ın gölgesinde birçok duyguyu
yaşıyor ve yaşatıyor.
Oyuncu, yere
kapanmış ve ağzında koca bir elma ile karşılıyor bizi. Bu elmaya bile çok
anlamlar yükleyebiliriz. Kırmızı başlıklı kızın elması mı yoksa Âdem ile Havva’nın
mı? Belki de öylesine bir girizgâh… Ama çok iyi kurgulanmış.
Gösteri
başladıktan kısa bir süre sonra oyuncu ayağına zincir takıyor ve zincirin diğer
ucunu sandalyeye bağlıyor. Buna da yine birçok anlam yüklenebilir. Özgürlüğe
atıf, tutsaklığa atıf, bilinçaltı, bilinçdışı… Her şey olabilir.
Oyun çok
katmanlı demiştim; içinde cinnet de var, yoksunluk var, çaresizlik var, inanç
da var… Hatta sonlara doğru bir namaz sahnesi var insanın samimiyetinin ele
alındığı. Oyunu Metehan Budak yazmış, aynı zamanda hem yönetiyor hem de kendi
oynuyor.
Konuşmadan
sadece mimik ve beden diliyle bir saat boyunca sahnede kalmak çok da kolay bir
şey değildir.
Kaos adlı
tabloyu sahnede izlemek güzeldi. Doyurucu ve besleyici bir performanstı. Oyun
esnasında; bağımlılıklarımızla yüzleştik, iç dünyamızı gördük, ne kadar
samimiyiz, ne kadar değiliz onu gördük. Biraz iyiydik biraz da kötü… Bazen
duyarlı bazen de tam tersi.
Çığlık bazen havalı/kibirli bir insan ama arkasını
döndüğünde tam bir zavallı… Yok mu etrafımızda böyle birileri. Belki de sen
belki de ben… Bazı eserler bizi içimizdeki “ben” ile yüzleştirir, işte bu eser
de öyle.
Teşekkürler Metehan… Çok güzel bir eser çıkartmışsın.
btl