Filmin orijinal ismi: Mr. Morgan’s Last Love
Veda ile başlayan bir film daha. Aslında bu filmi yıllar
önce almıştım. Filmlerimi karıştırırken rastladım ve tekrar izleme ihtiyacı
hissettim. Mr. Morgan DVD kapağındaki
resmiyle -elinde bastonu ve yaşlı bakışlarıyla- çok şey anlatır gibiydi hâlâ… Hâlâ
diyorum zira bazı yapıtlar sonsuza kadar anlatmaya devam eder. Kaldırıp bir
kenara atsanız da, o oradan konuşmaya, bir şeyler fısıldamaya devam eder
bıkmadan usanmadan.
Yaşlı adam yani Bay Morgan eşinin elini bırakmaz… Hasta bakıcı “onu götürmemiz gerek Mr. Morgan”
der fakat adam kadını duymaz bile. O hâlâ sevdiği kadını dinliyordur o an. “Hayır”
der net bir tavırla “onu bırakmayacağım”
…
Loş odadaki insanların onu çekip çıkarmasıyla son bulur koca
bir hayat hikâyesi. Hayat arkadaşı yatağında cansız bir şekilde yatıyordur. Hastalığa
yenik düşmüştür. Her “ölüyorum” deyişinde susturur karısını Bay Morgan fakat
kadere karşı gelemez…
Eşi öldükten sonra Bay Morgan için yeni ve eski bir hayat
daha başlar. Yeni fakat eski. Eskinin gölgesinde yeni hayata alışmaya çalışmak,
bir şeylere daha fazla anlam yüklemek…
Bu, insanı kamburlaştırır belki ya da daha fazla mı üretir
insan düşündükçe ev üzüldükçe? Hüzünden besleniyorsan belki, evet. Üretmek
yormaz mı, bazen yorulmak da iyi gelmez mi? Çünkü bir amacın vardır ve amaçtır
seni ayakta tutan…
Bay Morgan, emekli bir profesör…
Boş yatağında ilk sabaha “kahretsin” diyerek başlasa da yaşamak zorundadır. Benim de en sevdiğim
renk olan Paris grisiyle boyanmış odada “onun” sesi yoktur artık.
Sessizliğin sesi yankılanır mı? Bence evet ve sessizliğin
bir diğer ispatı da kapıya gelen gazetelerin okunmadan bir kenara yığılmış
olmasıdır. Hayatın durduğu bir evde hayattan bahis olur mu? Bu sahnede de
olmuyordu.
Ölenle ölmüyoruz fakat kimisi ölene ölerek kavuşmayı
deneyebiliyor. Bay Morgan da bunlardan biri. Her sabah alması gereken ilaçları
alırken aklına hepsini yutmak geliyor ve soluğu hastanede alıyor. Kimilerince
çocukça kimilerince de acziyet. E çocuk da aciz değil mi? Bazıları değil.
Filmde sevdiğim cümlelerden biri; “bir şeyi çok sevdikten sonra ondan nefret etmeye başlamayı bilir misin?”
“Evet” der Bay Morgan, kitaplarını
sevmiyordur artık.
Bu, hayatı sevmeyi bırakmış bir adama sorulan bir soruydu…
Aslında adam umutluydu ve farkında olmadan yeniden sevmeye başlıyordu… Neyin
içinde olduğunu bilmiyordu belki, bilmek de istemiyordu.
Mutlaka seversin evet, yeniden seversin…
Bir diğer cümle de: “hayatı
tek başına sevemezsin” … Sevmenin özünde hayata tutunmak mı var yani? Buna
bencillik diyebilir miyim? Belki kişisel bir anlamdır sadece, o an için
söylenmiş durum açıklaması. Duygu durumu. Yeniden elini ayağını titreten
birinin karşısında başka ne diyebilirsin ki!
Ölüm gerçeğinin ardından sevmeye başladığı genç bir kadının
karşısında yalnızlığı sorgular Bay Morgan. Karşısındakine âşık değildir aslında
kendi tarifiyle “dünyasındaki çatlak”tır
o. Hiçbir zaman hayatından çıkmasını istemeyeceği bir kadın olarak
kalacaktır. “Sen, benim dünyamdaki
çatlaksın.”
Bu arada Fransa’da yaşamasına rağmen ısrarla Fransızca
öğrenmeyi reddeden inatçı bir adamdan bahsediyoruz. İnatçı, yaşlı ve sevimli!
Sevdiğim filmlerin ilk 15-20 dakikasından bahsetmeyi
seviyorum. Ve sevdiğim cümlelerine sarılıp uyumayı da…
“Sen, benim dünyamdaki
çatlaksın.”