Salvatore Cascio ve büyük usta Ennio Morricone’ye saygıyla.
Cinema Paradiso
Görünen sadece masmavi bir deniz manzarası ve tatlı bir
esintiyle sallanan beyaz bir tüldür pencerede.
Bir gidişin hikâyesidir Cinema Paradiso. Gidip dönmemenin… Söz
dinlemenin, sadakatin, ayrılmanın, biraz da başkaldırının farklı bir anlatımı…
Alevin ucunda yanan ne tütündür ne de kâğıt. Geçmişi unutma
gayretinin bir parçasıdır sadece gördüğünüz. Bir rahibin sansüründen geçen
yüzlerce film ve bu filmlerin arasında kaybolan küçük sevimli bir çocuk
düşünün.
Her şeyin farkındadır Salvatore, ustasının hitabıyla Toto…
Farkında olmak istemediği tek şey belki de babasının olmayışıdır aslında.
Yoksul küçük bir kasaba, hatta köy düşünün…
Yoksul fakat güzel
Yoksul fakat iyiler yaşıyor
Yoksul fakat temiz
Yoksul fakat tok
Yoksul fakat vakur ve güçlü bir kasaba…
Tek lüksleri eski bir sinema salonu. Bu salon, insanî
duyguları olduğu gibi sunan altın bir tepsi gibi görünüyor gözüme. Her mimikte,
her gülüşte çok şey saklı; koca bir hayat!
Perdenin arkasında görünen gülümseme bir muzırlığın
işaretidir fakat o gülümsemeye kimse karşı koyamaz. Salvatore! Salvatore!
Yediği tokatlar, dayaklar onu hiçbir zaman durdurmayacaktır… Ah Toto, deli
çocuk seni!
Aşkla çıkılan yollar insanı yormaz… En fazla ömrüne ömür
katar ve ruhunla yaşamaya devam edersin her neredeysen.
Perdenin arkasından sinema sahnesine her gülümseyiş, kocaman
bir terk edişe ve hayallerine attığı bir adımdı aslında Toto’nun.
Bir adım, bir adım, bir adım daha… Tozlu yolları ve taş
binalarıyla yoksul kasabanın biricik çocuğu böyle büyüyordu. Kâh Alfredo’nun
bisikletinde, kâh rahibin kilisesinde, kâh annesinin dizinin dibinde… Hep bir
yerde, hep bir hâlde ama hep mutlu! Bilmediği bir umudu vardı belki de.
Beyaz perdeye yansıyan kemancıyı izlerken hayallere dalacak
kadar büyük fakat yediği dayaklardan uslanmayacak kadar inat bir çocuk düşünün.
Ve bir gün; “git” der ustası Toto’ya… “Git ve geri gelme bir
daha!” Genç Salvatore ustasını dinler. Arkasını dönüp bakmadan gider ve bir
daha asla dönmez o kasabaya ta ki ustasının ölüm haberini alana kadar!
Otuz yıl geçmiştir.
Herkes değişmiştir, değişmeyen tek şey insanların
bakışlarıdır. Cenaze için toplanan insanların yüzlerine sinmiş otuz yıllık
yaşanmışlıkta arar kendini Salvatore ve bulur da…
Ağlamamak için zor duran gözler
“Beni hatırladın mı” demek isteyip de diyemeyen ağızlar.
“Hey Toto sen misin”
Ama kimseden ses çıkmaz. Cenazenin varlığı, Salvatore’nin
ani dönüşü iki kez lâl eder ağızları.
Sineması uğruna gözlerini kaybeden Alfredo artık yeni bir
yolculuğa çıkmıştır. Dostları yanındadır fakat belki haberdar, belki de değil.
Şu bir gerçek ki, etrafındakiler de ölümden çok haberdar değil… Belki Salvatore…
Ona bu manâyı yüklemek istiyorum. Hissetmek istediğim bu çünkü.
Değilse bile istediğimiz manâyı görmek istemez miyiz
karşımızdakinde ya da hayatımızdaki değerli olan her ne ise!
Salvatore üzgün, Salvatore yalnız aslında Salvatore tam
manâsıyla pişman! Alevlerin arasında küle dönen anılarıyla boğuşurken ustasının
kendisine verilmesi için bıraktığı şey onu daha da kanırtır.
Anlamsız diye düşündüğün hayatın bazen küçücük bir şeyle
anlam kazanabilir… Sen bu anlamı yoklarken kafanda, kasabanın delisi, çocukken koşturmaktan
yorulmadığın yollarda tepiniyordur belki de yarı anlamlı yarı anlamsız
sözlerle!
Olmakla ölmek arasındaki o ince çizgide durur Salvatore.
Kocaman adam olmuştur fakat o küçük çocuk ve sevgili ustası bir yerlerde halâ
yaşıyordur.
BtLÂşK