Basit bir kurgu ve iyi bir oyunculukla bir insanın nasıl delirebileceğini izledik. Daha iyi delirebilirdi bu bir gerçek. Kara mizah değil de kapkara bir dram olsaydı ve gözlerimizden kırmızı yaşlar aksaydı mesela. Neyse, aslına dönersek eğer; Gürgen Öz’ün yazıp yönettiği ve Aşkın Şenol ile oynadığı 80 dakikalık oyunda; Gürgen yani Erdem, eşinden boşanmış ve dedesinden kalma apartmana yerleşmiş bir psikolog. Daha geldiğinin sabahı kapısı çalınıyor. Eline henüz aldığı kahveyi sehpaya bırakıp kapıyı açıyor. Ne bilsin karşısına kendini delirtecek kompleksli bir tipin çıkacağını.
Fonda ise ara sıra eskilerden bir klasik olan “Mamy blue”yi duyuyoruz. Oyuna güzel yerleştirilmiş detaylardan biriydi bu şarkı.
Bu tip oyunlarda günümüzdeki absürtlüklere de iyi göndermeler yapılır. Örneğin; oyunda yağlı güreş denen şeye yapılan gönderme ve o çerçevede deri pantolon giyen bir erkeğin “ne olduğu” sorunsalı açılıyor orta yere. “Böyle de değişik bir ülke” diyor insan eli çenesinde oyunu izlerken.
Öyle ya, çiçek yağıyla yağlanmış vıcık vıcık adamlar vıcık vıcık bir şeyler… Cık cık cık cık cık cık.
Gelelim Yakup’a… Erdem’in kapısını çalan, apartman görevlisi Yakup. Adam o kadar kompleksli ki hazreti Yakup desen bile onu da hakaret sayar çeker vurur adamı. Tabi oyunda yaratılan bu kompleks üzerinden derin psikolojik tahliller dinledik ve izledik. Neler oldu neler.
Uzatmadan oyunun yıldızlı cümlesini yazayım, keşke sadece oyunda duymuş ve izlerken “ne saçmalıyor bunlar” deseydik.
“Küçük insanların büyük dünyası”
Gidin izleyin.