Netflix’te keşfettiğim filmlerin başında yer alıyor Cici.
Yıllar sonra büyüdüğü eve dönen bir yönetmenin hikâyesi. Sıradan gibi görünen hikâyeyi yazmaya ve yönetmeye iten şey babası yüzünden yaşadığı çocukluk travması…
Film 70’li yılların sonlarından kalma TRT gelenekleriyle başlıyor. Köy evinin salonunda bir tv. Yayın saati sonunda İstiklal Marşı ve ardından karıncalı ekran!
Köy evi derken… Oldukça geniş bir bahçe içinde çok güzel bir ev. Dönem evi her detayıyla göz dolduruyor. Duvardaki bez Türkiye haritası, üçgen dantelli duvar saati, duvarda asılı tesbihler...
Filmin çatışma noktası Bekir’in Almanya’dan getirdiği kamera. Detaylara önem veriyorsanız bu film tam size göre. Kocaman bir ağacın gövdesinde yanan semaverden, sedire serilmiş kilimlere kadar ve o sedirin üzerinde konusu geçen Amerikan sigarasına…
O kamera arada çantasından çıkarılıp havalandırılır, sevilir, bakılır Bekir tarafından. Ona dokunmak yasaktır. Ve bir gün Kadir’in ve hatta tüm kardeşlerinin hayatlarını etkileyecek olayı içine hapsedecektir o kamera.
Burada Nur Sürer’in efsane oyunculuğuna bir kez daha şahitlik ediyoruz. Aklıma takılan biricik repliği “N’aptın gız sen! N’aptın? Tu sana… Cici”
Karamsarlıkla umut arasında gidip gelen ir ruhun hapsedildiği bir beden Nur Sürer.
Bir şey yaptı oğlu yüzünden. Oğluna olan sevgisi ölüm dileyecek kadar soğukkanlı hale getirmişti onu. Her şeyi filmin son sahnesine taşımayı başarmış yazar... Bravo.
Ve set kurulur yıllar yıllar sonra efsane evin bahçesine. Ankara civarında bir köy evi. Dağın tepesi.
Üç kardeş ve anne. Kadir annesinin de oynamasını ister filmde. Ama anne sorun çıkarır çünkü vicdanıyla karşılaşır bir sahnede. Film bir türlü bitmez…
Bitmez…
Ama neden?
…
Yaratım sürecinde emeği geçenlere ve tüm oyunculara saygı ve sevgiyle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder