Ben ümitvar olmak istiyorum bu ülkede! Sanatından düşün dünyasına kadar beni hayata bağlayan ve bağlayacak olan incelikli her ne varsa peşinden koşmak istiyorum ama gelin görün ki umutlarım suya düşüyor her seferinde.
Son zamanlarda birçok tiyatro oyununda umutlarım suya düştü, yarıda bırakıp çıktığım oyunlar, saate bakarak uyuklarayarak geçirdiğim oyunlar, eleştiri yazacak oyun bulamıyorum… İfadelerim acımasızca mı oldu? Bence hayır. “Bir umut” perdeye koşan izleyiciye saplanan hançer çok daha ağır oluyor. Çünkü bilinçli kitle azınlık da olsa nefes almaya gidiyor bu yerlere! Ve o kitle maalesef her şeyi alkışlayamıyor.
Geçen gün umudumu söndüren bir film izledim adı “bir umut” olan. Tam bir buçuk saatlik işkenceye maruz kaldık. Evet abartmıyorum, tam manasıyla işkence! Hani olur ya bazen, filmin konusu seni sarmaz ama oyuncular iyidir ve en azından performans izledim dersin. O da yok!
İki insanın martı çığlıklarıyla başlıyor film. Sözde Anton Çehov’un Martı adlı oyunundan esinlenilerek yazılmış film ve bu noktada benim aklım direkt büyük hayranlık beslediğim Nuri Bilge’ye gitti. O da malum Anton Çehov’un gölgesinde pek çok sinema yaptı ve doğurgan senaryolarla izleyiciyi tatmin etti… Katman katman emek.
Bu filmi yazan Nuri Bilge’ye mi yaslanmış, Çehov’a mı yaslanmış bilemedim. Bir şeyler yapmaya çalışmış, bakmış olmamış sanat filmine evireyim demiş gibi bir şeyler olmuş.
Film dediğim gibi iki kişinin birbirlerine martı sesleri çıkarak kur yapmasıyla başlıyor. Antipatik bulduğum bu gereksiz sahneden sonra anlatacak bir şey bulamıyorum çünkü hiçbir hareket, konu yok filmde. Sahneler birbirinden çok kopuk, ortada bir hikâye yok.
Oyuncular ise, sanki birilerini yoldan çevirmişler “abi bi el atıver, film çekiyoruz” demiş yönetmen, oyuncular da “iyi madem” deyip yerlerini almışlar. Umut ismindeki karakter uçucu bir varlık gibi. Çok güçlü bir çatışma isteyen bir konu var aslıda ortada. Ama arkadaş hiç mi bir agresyon ya da mimik olmaz. Adam dayak yiyor anası arabada manzara izliyor sanki. Levent Kırca ne dayaklar yerdi iki dakikalık skeçlerde. Ama hani sanat filmi olacak ya, bu durağanlık ondan… Siz anlamazsınız!
Filmin yapımcısı ve yönetmeni gösterim sonrasında “bizim seyirci kaygımız yok, izlenip izlenmeme kaygımız yok” demiş. Bu söz ancak ve ancak ortaya konmuş bir sanat filmi için söylenebilir. Deneysel bile diyemeyeceğim, başı ortası sonu belli olmayan, kendini rüzgara bırakmış içi boş bir poşet gibi savrulan, niteliksiz, gram felsefe barındırmayan ama entelektüel çevrede yer bulması için rahmetli Çehov’un adının kullanıldığı bir paçavradan ibaret bir film için ne denir bilemem. Ve bakanlık destekli. Enteresan.
Keşke…
Keşke biri dur diyebilseydi, ya da filmi çekmeye devam et, bu film bitmedi ki… Hoş başlamadı da…
Kaybettiğim zamanı geri verin.
Bekliyorum!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder