26 Eylül 2017 Salı

Pabucumun hayâli...

Ömrü bitmişti bana göre. Su da alıyordu bir teki alttan alttan yağmur çiseleyince.
Dedim ki; ömrün tükendi yoldaş!
Aldım elime ikisini de tam sallıyordum ki çöp kutusuna…
Aklıma geldi resim atölyeleri arasında mekik dokumalarımız. Solmuştu da garibim. İlk aldığım günü hatırlarım. Pek bir parlıyordu. Şanına yakışmıyordu o kadar cillopluk. Şanı bilenlerince malûm.
Arabayla üstünden mi geçmedim, denize mi girmedim onunla. Eskimiş olmasındandı ya şânı hani.
Adına yakışır hale soktuktan sonra başlamıştı maceramız. İşte bunlar gelince aklıma, sevimli de kerata. Çöp kutusuna değil, çamaşır makinesine salladım…
Şimdi beni değil, ucunda kurumuş boyalarımın olduğu bir avuç fırçayı taşıyor.
Şeytan diyor ki kır kalemi dön atölyeye, bulan boyaya!

Her ne olursa olsun "sallamadan" önce bir değil bin kez düşünmeli...

Mutlu bir Çarşamba diliyorum hepinize...

Şu an ne mi dinliyorum?
Bette Midler - Wind Beneath My Wings

İyi geceler ;)
BtLÂşK

25 Eylül 2017 Pazartesi

Hatıralar, fotoğraflar ve Alaçatı hayali :)

Şu an kim bu sokakta olmak istemez...
İşte şu masada güzel bir kahvaltı...
Yaz bitti derken şimdi sırası mı? Peki neresi burası?
Alaçatı.

Buluştuğumuz tek nokta derken sadece bu sokağı ve o sevimli masalarda yiyeceklerimizi mi kastettim yani?

Aslında evet. Fakat bu sadece tek bir nokta. Her şeyden sıyrılıp birbirimize güler yüz ve saygı gösterdiğimiz zamanlardan bir kesit.

Bu kesitlere zaman zaman değineceğim. Bu birinci basamak olsun...

***
Peki ben ne mi yaptım bugün?
Çalışma odamı anca düzene sokabildim. Herkesin bir kutusu vardır değil mi? Hatıra kutusu...
O kutu olur olmaz karşınıza çıkar ve kapağını açtığınız an yıllar öncesine gidersiniz. Hatta öyle bir gidersiniz ki bu yirmi yılları bile bulur. Ben de bu gün bir çok fotoğrafla karşılaştım Ne zamandır görmediğim fotoğraflar, sakladığım kibrit kutuları hatta eski İETT otobüs bileti bile vardı içlerinde. Üzerinde 90'lı yılların tarihi olan peçeteleri saymıyorum hatta doğum kağıdım bile vardı. Anlayacağınız rastladıklarımı buraya yazsam sayfa yetmez.

Babası ve kızı :)


Ve... Yorgunum, hala bir ton iş beni bekliyor... Yarından sonra  kitaplı, filmli, gezili güzel günlüklerim olmasını diliyorum. Bitirmem gereken kitabımdan hiç bahsetmiyorum bile :) Ve tüm bunları yazarken Bette Midler eşlik ediyor o en sevdiğim şarkısıyla: " Wind Beneath My Wings"


Sağlıcakla kalın, güzel bir Salı günü sizleri bekliyor olsun...

Bir dakika! Şu an nerede mi olmak isterdim? Alaçatı'da. Şimdi gidebilirim :)



24 Eylül 2017 Pazar

Bir de ufak bir not iliştirmek istedim

Türkiye de yaşayabilmenin yolu Atatürk'ü ya da Abdülhamit'i anlamaktan geçmemeli artık. Nasılsa kimsenin kimseyi anlayacağı yok. Hatta anlamaya çalışmayın. Sadece sanatın bir ucundan tutun, koklayın en azından. Bu size bir ömür yetecektir ve gelecek nesiller size minnettar olacaktır. 





Bencilce bir tutkuyla sevmişti adamı…




Ve o adam Ed Harris’ti!
Yazık değil miydi Ed Harris’e?
Filmin etkisinde kalmak böyle bir şey. Ve yine bir çok kez izlediğim ve bu akşam sizin için de izlediğim bir filmin etkisiyle buradayım. Filmin adı: The Face of Love ( Aşkın Yüzü). Filmin konusu ilginç. Çok insanî, çok duygusal. Filmi film yapan da Ed Harris’in muhteşem oyunculuğu. Gördüğüm göreceğim bir numaralı karakter oyuncusu diyebilirim.


Bir kadının ardından bakışı “bir erkek bu durumda ancak böyle bakabilir” dedirtiyor insana. Adam sadece gözleriyle oynuyor diyebilirim.
Filmde orta yaşlarında eşini denizde boğulması suretiyle kaybeden bir kadın var. Beş yıldır yas tutan, eşinin yokluğuyla yaşamaya alışmış bir kadın. Tüm anıları kalbine gömmüş güzel bir kadın. Ara sıra gözünün önüne gelen tek şey; eşinin kumsalda boylu boyunca uzanmış cesedi ve yüzündeki kum taneleri.
Artık birlikte gittikleri yerlere gitmiyor, eşinin onun için yaptığı havuza da girmiyordu.
Ve bir gün…
Eşine tıpatıp benzeyen bir adamla karşılaşır yaslı kadın.

Düşünün…
Siz olsanız ne yapardınız bu durumda?
Onunla bir şekilde tanışıp bu garip rastlantıyı onunla paylaşır mıydınız yoksa…
Yoksa…
Bir dostuyla paylaşırken bu olayı; “Onun hala buralarda olduğuna inanmak” diye bir cümle kurdu kadın başını önüne eğerek ve umut solu bir gülümsemeyle.
Sadece bununla yaşamayı denemek...
 Sevdiğiniz insan bir daha dönmemek üzere gidiyor ve siz onun “buralarda” olma ihtimaliyle yaşamaya çalışıyorsunuz.
Düşünüyorum da, filmler sadece izlemek için yoklar, hatta düşünmemiz için de… Belki bilmediğimiz geleceğimize kendimizi hazırlamak için de varlar.

Özetle…
Kadının kocasına benzeyen adam da bekâr. O bir ressam. Bir üniversite de öğretmen. Fakat hayata küsmüş bir öğretmen. Bir şekilde tanışıyorlar ve birbirlerine aşık oluyorlar. Aslında kadın yıllardır aşık. Nasıl mı? Kadının onuna birlikte olmasının tek nedeni adamın kadının ölen eşine benziyor olması. Kadın aslında hala kocasına aşık ve adamın bundan haberi  yok!


Bu filmde beni mutlu eden tek şey şu oldu; hayata küsen bir sanatçının atölyesine gidip yeniden resim yapmaya başlaması. İşte aşkın nasıl bir şey olduğunu görüyorsunuz o sahnede… O mutlu adamın gülüşünü yüzümde hissettim. Çocukça sevinciniyse kalbimde…
Kadın onu bencilce bir tutkuyla sevmişti. Öyle ya da böyle sevmişti. En azından varlığını sevmişti.
Bu film de tekrar tekrar izlenmeyi hak ediyor…
Bu arada…
Ben gün boyu ne mi yaptım? Evimin geri kalan eşyalarını yerleştirdim. Bitti mi? Tabi ki hayır.
Size bir sır vereyim mi?
Evinizde ki tüm fazlalıkları atın. Giymediğiniz tüm kıyafetleri lütfen ihtiyaç sahiplerine verin. İnanın giymeyeceksiniz onları. Kilo verseniz de giymeyeceksiniz. Benden size garanti.
Paylaşmak iyidir ;)
Çok mutlu kalın…
Sendromsuz ve mutlu bir Pazartesi diliyorum hepinize… J



23 Eylül 2017 Cumartesi

İTİRAF ET BUGÜN NEYİ ERTELEDİN?

Evet, bu akşam itiraf akşamı olsun?
Kim neleri erteliyorsa yazsın… Sesi mi duyan var mı?
Orada mısınız?
Peki…
Dün gece Sonbahar’ı hissettim; “ben geldim uyan” diyordu sanki büzüldüğüm yatağımın başında! Ve devam etti Sonbahar konuşmaya; “Bu battaniyeyle donacaksın. Git yorganını bul Güneş’i görünce nereye tıktıysan!”
Elbette dediğini yapmadım. Yataktan çıkmak herkes gibi bana da zor geliyor çünkü.
Özlediğim ama gecenin o saatinde sevimsiz gelen Sonbahar serinliğine sarılarak uyumaya çalıştım. Hafta sonum boştu ve uyumaya çalışırken yapabileceklerimi gözden geçirmeye başladım.
Evet planım Sonbahar’ı karşılamak olacaktı. Ama özel ve çok güzel bir yerde olmalıydı bu.
Mesela yerlere dökülmüş sarı, kuru yaprakların süslediği yollar olmalıydı, Begonvillerin son çiçeklerini gösterdiği bahçe duvarları olmalıydı, deniz olmalıydı, denizin son günlerinin keyfini çıkaran insanlar olmalıydı.
Adalar!
Adalar ama hangisi? Kınalı olan. Evet Kınalıada bana her zaman daha sevimli gelmiştir. Bir turla bütün adayı gezebilirsiniz. Sevimli minik plajı ve şeker gibi sokaklarıyla Kınalıada çok cazip gelmişti Sonbahar’ı karşılamak için.
İşte bu planla uyuyup, uyandım. Aslında o kadar uykum vardı ki… İçimden; bugünü ve bu planı kaçırmamalısın dedim. Kalktım ve sadece bir kahve içip evden çıktım. Vapur saatinden emin değildim çünkü. Ve, evet 1.5 saat önce gitmiştim. Bu arada Kadıköy sahilinde çaylı poğaçalı kahvaltının ardından iki akbil karşılığında bindim vapura…
Bayağı da yolcusu varmış. Her çeşit insan. Onlar da ertelememişlerdi planlarını. Adaya gitmek çoğu insanın aklına gelmez bile… Ertelenen yerlerin başında geliyor bence.
Mesela sorsam size en son ne zaman gittiniz diye? Belki 10 kişiden biri net bir cevap verebilir. Hayatımdaki bu günüme güzel bir not düşmüş oldum.
Ve artık her mevsimi özel bir yerde karşılama kararı aldım. Sonbahar’ı adada karşıladım… Ya Kış? Bakalım Kış’ı nerede karşılayacağım?
Eğer ertelemiş olsaydım adayı göremeyecektim… Sahilde rastladığım kediyle yemeğimi paylaşamayacaktım, harika fotoğraflar çekemeyecektim, adanın yokuşunu tırmanırken rastlaştığımız ve birbirimizi tanımamamıza rağmen selamlaştığımız bayanla göz göze gelemeyecektim.
İstanbul’u izleyemeyecektim uzaklardan… Bir daha ki ada maceramız Burgazada olsun… Belli mi olur, karşılaşırız adanın bir köşesinde.
Çok mutlu olun ve güzellikleri ertelemeyin ;)

Sahi itiraf etmek demiştim; tamam itiraf ediyorum: adada bisiklet binmedim! J

22 Eylül 2017 Cuma

Bir Film Tereyağını Sevdirirse :)


Dün size Meryl Streep’in bir filmini izleyeceğimden bahsetmiştim. Bazı filmleri defalarca izlerim çünkü bunu hak edenler var aralarında. Kiminde yaşamak isteyip de yaşayamadığınız bir hayatı görürsünüz, kimindeyse yaşayıp kurtulduğunuz ve bir daha asla yaşamak istemeyeceğiniz bir hayatı ya da her hangi bir şeyi.
Filmin adı:  Julie & Julia. Birçoğunuz izlemişsinizdir belki. Yarı dönem filmi gibi bir şey. Hoş, şık, zarif, sevgi dolu bir film. Ve tereyağını kesinlikle sevdiriyor :) Meryl, filmdeki rolünde bir şey olmak istiyor. İşe yaramak, kendini ispat etmek gibi… Yeteneklerini sınıyor, düşünüyor. Şapkalara merakı var belki şapka yapma kursuna gidebilir ya da yemek! O yemeği tercih ediyor. Ve ünlü bir yemek kitabı yazarı oluyor uzun uğraşlar sonunda. Daha önce dediğim gibi ben film eleştirmeni değilim. En fazla oyunculardan ve filmin bende bıraktığı etkilerden bahsedebilirim o da büyük ihtimal duygusal olacaktır.
Bu arada, bu sene senaryo eğitimi alacağım çok değerli yönetmen & senarist Sabri Saydam’dan. Burada kulaklarını çınlatmadan geçemeyeceğim. O kulaklar çınlatılmayı hak ediyor. İdealist, öğretmek ve yetiştirmek isteyen bir isim. Bu kararı aldığımdan beri filmleri daha dikkatli izliyorum hatta notlar almaya başladım... Müstakbel öğretmenim kameraların arasında kaybolmuş ve kibre bulaşmış biri değil. Bu da insana umut veriyor doğrusu. Eşinden de alacağım dersler de var fakat onlar önümüzdeki günlüklere konu olacak. Orası kesin! Şimdilik merak edin J

Sahi film diyordum. Düz yazılara, roman yazmalara, şiir yazmaya alışığım fakat günlük gerçekten çok geniş bir alan. İnsan ister istemez konudan konuya atlayabiliyor ( işte günlüğümdeki ilk yalanım. Ben bir kadınım ve çenem oldukça düşük tıpkı olması gerektiği gibi :) )... Evet film çok güzel. Ve filmi güzel kılan şeylerin başında Meryl Streep’in muhteşem oyunculuğu geliyor. O doğallığı, kendine has gülüşü, sade makyajı, teninin rengine kadar sahip olduğu duruluğu insanı ekrana çekiyor. Uzansam dokunacakmışım gibi bir his bırakıyor bu kadın bende. Sabun gibi sanki.
Ünlü bir oyuncuyu sabuna benzetmek de ilginçti J Evet, o kadın beyaz, nahif bir sabun benim için. Ama bıraktığı iz asla sabun köpüğü kadar uçucu değil.
Julie & Julia’yı izleyin. Keyif alacaksınız. Yaşanmış bir hikâyeden uyarlanmış olması da ayrı bir izlenme sebebi olabilir.
***
Ve, şu an yaşadığım eve iki ay önce taşındım... Geride bıraktığımız evde birkaç parça eşyamız kalmıştı. Bugün ben evde yokken gelmişler. Yani eşyalarım. Aslında birkaç parça değil epey eşyamız kalmış orada… Eski kasetler, ufak bir şifonyer, Melih’in davul takımı, armut koltuklarım. En önemlisi de çalışma Odam! Kaç haftadır mutfak masasında pinekliyorum!

Olamaz, günlük yazım çok uzun oldu! Tamam gidiyorum.

Yarın akşam eşyalarla kurulan  “duygusal bağ” konusunu yazacağım. Bunu yazmalıyım çünkü bugün daha iyi anladım eşyalarla olan ilişkinin ne demek olduğunu! İnanın apayrı bir konu. Hepinizi seviyorum. Beni kim okuyorsa J Hep mutlu olun hem de çok… 

21 Eylül 2017 Perşembe

YAŞLANMAYI DİLEYEN KADIN



Jessie Ware - Selfish Love dinliyorum...
Siz olsanız ne düşünürdünüz?
Sanki; her şeyi boş ver ve hayatı akışına bırak diyen bir ses. Rahat ol. Dert etme her şeyi. Aslında tam da bana uydu bugün. Çünkü dünden beri yaşlanmayı diliyorum!
Hadi artık yeter ama yaşlanmalıyım. Zaman ne kadar da yavaş geçiyor ve ben sıkılmaya başladım.
Kim bilir belki de hayat şartları buna zorluyor.
İlk kez böyle bir şey hissettim. Ve 55-56 yaşlarımı hayal etmeye başladım. Emekli olmak ve Bodrum'a yerleşmek gibi klasik bir hayalin etrafında dönüyorum kaç gündür. Bodrum'u uzun zamandır istiyorum fakat yaşlanmayı dilemek de neyin nesi?
Merkür mü geriliyor nedir yine.
Havadandır havadan diyesim geliyor ama diyemiyorum.
Çünkü bu gayet gerçek ve somut bir istek. Uçucu anlık bir hayal değil.
Günlüğümü aslında gece yazacaktım ama bu saate kaldı maalesef.

Ve bulutlar!
Nihayet gökyüzündeler. Güneşle aramıza özlediğimiz mesafeyi koymak için geri gelmişler. Eğer gelmeselerdi bugün eriyip yok olabilirdim yollarda.

***
Bu akşam güzel bir film izleyeceğim. Film bitiminde yazacağım düşüncelerimi. Bu arada film eleştirmeni değilim fakat kısa bir günün özetinden sonra filmin ben de bıraktığı izlenim ve konusundan bahsetmek isterim. Hem filmde Meryl Streep olur da yazılmaz mı? En sevdiğim oyunculardan biri.

19 Eylül 2017 Salı

İŞLER BAZEN TERS GİDER


Bir şeyler yolunda gitmez bazen. Hayat rampayı çıkmaya çalışan eski bir araba gibi ilerliyodur sizin için. Oysaki siz her şeyin bir an evvel hallolmasını istiyorsunuzdur. Ve böyle düşündükçe de araba aşağı doğru kayıyordur…

Birkaç gündür böyle hissediyorum ben de… Hava sıcak ve basık…

İş çıkışı kumsala inmek istedim. Denizin beni kucaklayacağından asla kuşkum yoktu. Okullar açılınca kumsal da boşalmış. Şezlonglar boş, deniz neredeyse tamamen boş. Sadece boş değildi, yorgundu da… İçinde ne varsa sahile boşaltmış. Her yer yosun içindeydi. Belli ki o da yorgundu. Herkes ve her şey yorgundu bugün…

Fakat dedim ya denizin beni kucaklayacağından kuşkum yok diye. Evet, haklıydım. Deniz bazen temkinli yaklaştığınız bir insan, yeni bir arkadaş gibidir. Sizi üşütmesinden çekinir suya kendinizi yavaş yavaş alıştırırsınız… Dalgalar önce ürkütür sizi ama ona da uyum sağlarsınız. Ve deniz olanca gücüyle kucaklar sizi, kimsenin kucaklamadığı gibi. Sonra onunla dans etmeye başlarsınız.

Ve o an unutursunuz her şeyi.

İşler bazen ters gider evet ama illaki bir el uzanır zamanı geldiğinde.

ÇAY MI KAHVE Mİ?

Güne çayla mı yoksa kahveyle mi başlarsınız?
Doğrusunu söylemek gerekirse benim neyle başlayacağım belli olmuyor. Fakat son bir kaç haftadır istikrarlı bir şekilde Türk kahvesiyle güne merhaba diyorum.
Bunu da hem gözlerimi daha kolay açmak hem de metabolizmamı harekete geçirmek için yapıyorum.
Kahvenin büyüleyici kokusuna gelirsek... Hakkını vermek lazım ki sanki farklı bir dünyadan gelen o kokunun içinde bir kaç saniye de olsa kaybolmamak elde değil.
Şimdi... Bu kokuda kaybolacağım ve geri geleceğim...

Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...