6 Aralık 2024 Cuma

Gülistan

 



“Gülistan” tek kişilik bir oyun olarak tanımlansa da çok kişili bir oyun aslında. İzleyenler koltuklarda yerlerini alırken bizi Gülistan karşıladı sahnede. O bir çiçekçi. Kendinden habersiz ve kendinden habersiz olan başkalarının da varlığından sonradan haberdar olan bir çiçekçi. Çiçekçi deyince aklıma Nişantaşı’nda hani o ışıklar var ya, işte oradaki çiçekçiler geldi. Buketi uzatırken gözlerinin içine bakan yüzlerce binlerce Gülistan…

Gülistan bize Gülstanları yani gül bahçelerini anlattı… Bir gül bahçesinde kaç gül vardır sizce? Kim bilir? Kaç unutulmuş, kaç hiçe sayılmış, kaç görmezden gelinmiş hayat vardır? Hesabını yapamayacağımız kadar kara bulutlar dolanırken tepemizden ki her sitem göklerde dolaşırmış ya hani…

İşte sırtı kamburlaşmış Gülistan’ın da ahları arş-ı âlâya ulaştı sahnede. Bir profesör var arada uğruyor. Bak hele, profesör ama selamını da esirgemiyor Gülistan’dan. Bir tevazu kokusu yayılıyor sahneden ağrı bu yana. Seviniyoruz içten içe Gülistan ve Gülistanlar adına.

Çiçeklerini bağlıyor Gülistan. Tek tek demet yapıyor beyaz güllerini hayallerini sarar gibi. Bir de çene var ki sormayın. Ama o tatlı çene ve mimikler sayesinde “gitsem mi gitmesem mi” dediğim oyuna iyi ki gitmişim dedirtiyor. Bir güler yüz, bir mimik zenginliği. Sahici mi bu diyor insan. O köşeden mi çekip aldılar da kızı sahnede konuşturuyorlar. Kostüm de çok iyiydi. O yelek konuyu sessizce özetliyor hele de arada yelekten güç alırcasına ya da aklından geçen bir şeyleri örtercesine iki ucunu birleştirmesindeki derinliği hissediyoruz ya, işte bu ince detaylar oyunu bir an dahi düşürmüyor.

Oyunlarda kukla ve benzeri materyalleri seviyorum. Gülistan’da gölge oyunu izledik. Harikaydı. Hâlâ kızıyorum kendime niye alkışlamadım diye o sahneyi! İyi ama nasıl bölebilirdik ki o anne kızın didişmesini. O zaman şimdi alkış hem de kocaman!

Kız kardeşinin bir sitemi ile hayatı allak bullak oluyor Gülistan’ın. Çıkamıyor işin içinden. Çıkamadığı şey ise; görünür olmamak. “Yoktun” diyor kardeşi. Varlığını ispatlayamamanın kederiyle ne yapacağını bilemiyor. “Neyin yokluğu neyin varlığı” derseniz eğer, bunu kendiniz izleyip göreceksiniz. Kendini arar Gülistan. Eski bir öğretmeni öğretmen beller kendine ve ondan kitaplar alır. Okur, okur ve okur. Artık onun kendine ait fikirleri vardır, cümleleri de.

Gülistan iş hayatında, Gülistan evde, Gülistan sokaklarda, Gülistan kitapların arasında ama Gülistan var olamamış olmanın sancısında. Sancıların en büyüğüne tanıklık ediyoruz. Ve yeniden doğar Gülistan. Doğumu da Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı eserinin son cümlesiyle biter; “Ama burada yeni bir öykü başlıyor.”

Kostümüyle, dekoruyla, ışıklarıyla, oyuncunun oyununa inanmış bir şekilde eserini sergileyişiyle, arka planda emek vermişleriyle, o gülleri tek tek sarıp dekore edişiyle birinin ya da birilerinin hâsıl-ı kelam; her şeyiyle çok güzel bir oyun izledik. Müteşekkiriz. Bir rica; lütfen sahnedeki gazete kâğıdını yavaş hareketlerle yırtın ki, izleyici korkusunu yenmeye çalışırken Gülistan’dan kopmasın.

Nice eserlere.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...