Herman
Melville’nin aynı adlı romanından uyarlanmış bir oyun Moby Dick.
İlk kez 1851’de
yayınlanan roman hala dünyanın en ünlü eserleri arasında. Yönetmenliğini Seza
Güneş'in yaptığı oyunun kadrosu bayağı kalabalık. 8 kişinin rol aldığı oyun “ne
çabuk bitti” dediğim oyunlardan oldu. Çoğu zaman oyunların gereksiz
uzatıldığını yazmışımdır fakat bunda da 60 değil en azından 75 dakika olsaydı
dedim.
Enerjisi ve
devinimi çok yüksek bir oyundu. “Uzun olsun” demek de çok doğru bir şey değil
aslında itiraf etmek gerekirse. Hocamız der ki; “tek bir hareketin dahi anlamı
vardır sahnede. Elini yanlışlıkla bir yere çevirsen dahi izleyici senden bir
aksiyon bekler. Ve oyuna hizmet etmeyen hareket/hareketler çok risklidir.” Öte
yandan da nedensellikten çok bahseder. Her hareketinin bir anlamı olmak
zorunda. Bir adımın dahi. Dolayısıyla eleştirirken ya da yorum yaparken kırk
kez düşünmeli belki de. Fakat bu hızın devamında insan yine de bir uzantı
bekliyor ister istemez.
Roman
normalde bir anlatıcının ağzından başlayıp devam ediyor, bunu sahnede de
uygulamışlar, çok da güzel olmuş. Sahnedeki anlatıcı Direnç Dedeoğlu. Çok başarılıydı
ve de çok ama çok heyecanlıydı. Bin kere de çıksanız sahneye, kanınızın
çekildiğini hissedersiniz. Profesyonel olarak hiç sahne almadım ama eğitim
aşamasında bir tirat okurken aklımın çıktığını, elimi kolumu nereye koyacağımı
şaşırdığımı biliyorum.
Oyuna
dönersek; bir zamanlar balina avına çıkmış ve bu esnada dev ve beyaz bir balina
tarafından bacağının bir kısmını kaybetmiş öfkeli bir kaptan görüyoruz. Gemiye
çalışmak için gelen herkese bu balinanın yakalanacağı talimatını veriyor tüm
nefretiyle bir de altın vadediyor.
Bu arada
büyük bir balina yakalıyorlar ama bu aradıkları balina değil. Sonuçta hepsi
balina avcısı ve bir balinayı nasıl işleyeceklerini biliyorlar. Anlatıcı, izleyicinin
anlayacağı şekilde tasarlanmış bir balina kuklasıyla, balinanın özelliklerini
anlatıyor. Kuyruğunun yatay oluşunu, gözlerinin iki yanda olması ve bu yüzden
önünü görmediğini, başındaki yağın aşağı dalarken donduğunu (kolay dalış),
yukarı çıkarken hafiflemesi için eriyebildiğini gibi birçok ilginç detay
öğreniyoruz. Öte yandan yağını da çıkarıyorlar. Balina yağı mum olarak bile
kullanılıyormuş. Enteresan değil mi? Unutmadan bu balinanın cinsi: İspermeçet. Kaptanın
tarifiyle; alnı kırış kırış, sırtında bir kambur ve beyaz!
Fırtına
çıkıyor!
Tüm avcılar
ve gemi tayfası hep bir ağızdan birbirlerine güç vererek çıkan fırtınaya karşı
koyuyorlar. Ama ne fırtına! Oyunun bu bölümü gerçekten harikaydı. En öndeydim
ve kendimi fırtınanın içinde buldum bir anda. İşte tiyatro oyunculuğu böyle bir
emek. Eşyalar oradan oraya gidiyor, ışıklar yanıp sönüyor, yelkenler inip
kalkıyor ve tüm bunları sahnede izlediğimiz oyuncular yapıyor (ışıklar ve –ses-
dışında).
Ve en
sonunda Moby Dick görünür… Bundan sonrasını anlatmıyorum kendi kurallarım
gereği.
Oyundaki ya
da eserdeki amacın niteliği biraz da insan egosu… Kim bacağını kaptığı için
koca bir balinanın peşine düşer ve onda tayfayı, avcıyı heder eder? İnsan denen
mahlûk aslında beyaz dev bir balinadan çok daha tehlikelidir. Hırslarına
kapılıp; ailesini, sevdiklerini hatta bir ülkeyi bile mahvedebilir. Dünyanın
sonunu getirebilir. Arıların yok olması demek yaşamın son bulması demek,
gerisini siz düşünün… Bir balina ve hırslı, kinci, egosu tavan yapmış biri ve
yaşananlar…
Keyifli
seyirler
BtL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder