8 Ekim 2025 Çarşamba

Van Gogh

 


Van Gogh

“Sevmek ve çalışmak” yazıyor oyunun tanıtım broşüründe. Tiyatro Gerçek’in sahneye koyduğu, Hakan Gerçek’in yönettiği ve oynadığı Van Gogh oyununu W. Gordon Smith yazdı.

Öncelikle oyunun çok zor olduğunu ifade etmem gerek. Çünkü canlandırılan isim çok ağır. İşte hep derim özellikle biyografik oyunlar, anlatılar çok risklidir ve özen gerektirir. Çalakalem anlatamazsınız onları. Hakan Gerçek bunun hakkını vermiş. O’nu bir kez daha tebrik ediyorum hem kendi adıma hem de Türkiye’nin tek tiyatro gazetesi olan Tiyatro Gazetesi adına. Çoğu zaman yazacak oyun bulamıyorum biliyor musunuz… Kötü olanları da yazmıyorum ama artık yazacağım, başka çare yok. Hadi ezberi vardır, hadi emeği vardır deyip susuyordum ama maalesef artık susmak yok.

Dün akşamki oyun rüya gibiydiyse diğerleri ne diyor insan kendi kendine. Bu iş sanat işi. Gülmeyiverin, tiyatroya giderken beklentilerinizin içinde eğlenmek olmayıversin. Kahkaha atmayıverin bir saat, iki saat. Bir hayatı okumak düşünmekten geçer. İşte Hakan Gerçek bir hayatı anlatıyor sahnede. O kadar büyüyor ki, devleşiyor adeta. Van Gogh oluveriyor karşımda ve diyor ki; “büyük sanatçıların gönlünde Tanrı yatar”. Ulaşılmaz olduğu düşünülen bir varlığa ulaşma çabası mıdır üretmek? Bir heykeltraş neye ya da kime ulaşmak ister? Fırça fırça yollar kimin için çizilir yıllar boyu, neye ulaşmaktır amaç?

Ve devam eder:” Çizgi çizebildiğin kadar ressamsın” der ve sık sık empresyonistlerden bahseder. İzlenimcilik. Empresyonistler ışık, renk kavramı çerçevesinde hiçbir şeyin aynı kalmayacağını savunurlar. Onlar için “an” önemlidir. Van Gogh da empresyonisttir Monet gibi.

Çizgi yani desen ressamlar için önemlidir. Koleksiyoner ya da resim meraklıları için de önemlidir. İşi bilen biri soyut bir eserle karşılaştığında sanatçının desenlerini de görmek ister nereden nereye geldiğini anlamak adına. Ben de eskiden soyut sevdalısıydım resimle ilgilenirken, halen de öyle en fazla kübik severim. Hatta bir keresinde kendimi boyamıştım, delilik bedava! Hocalarım her zaman “desen çalış” derlerdi. “Deseni çöz sonra ne yaparsan yap.” Denirdi. Doğruydu, çözmüştüm. Haftalarca küp çizmiştim, tek bir küp! Hocam tamam olmuş dediğinde dünyalar benim olmuştu, küp çizmekten kurtulduğumu düşünürken önüme bir anda üst üstte ayakkabı kutuları dizmiş ve aynen şunu demişti: “şimdi bunlara çalış” …

Oyunda böyle monologlar da oldu. Özellikle resim sanatına derin ilgili olanları mest edecek bir oyun bu. Sahnede Gogh’un çok ünlü eserlerini de gördük. Oyuncu hepsinin hikayesini anlatıyor. Takıldığım şeylerden biri neden demir sütunlar kullanıldığıydı. Ben olsaydım dağınık bir sahne kullanırdım. Şu da olabilir; o sütunların arkasında Gogh’un iç dünyası mı vardı, sırları mı vardı, ulaşılmazlıkları mı vardı? Anlamak gerek…

Van Gogh’un portrelerinden tek tek bahsetmesi keyifliydi. “Üzgün Van Gogh, mutlu Van Gogh…” Gözlerine bakarak tahlil yapması, şapkasının üzerinde mumlar yakması, bir büstü sahneye fırlatması… Tüm detaylar düşünülmüştü. Ve hoşuma giden şeylerden biri Patates Yiyenler tablosundan bahsedilmesi oldu. Çünkü çok sevdiğim bir eserdir hatta son romanımda bahsi geçer… Gogh diyor ki o eserini açıklarken;” ortalığa dürüst bir yoksulluk yayılsın istedim” … Cümle harika değil mi?

Ve tabi meşhur günebakanları. Van Gogh sarısını ressamlar ve meraklısı bilir. Yıllar önce benim de başım dertteydi bu sarıyla. Onu bulduğum an başlardım günebakanları tuvale yapıştırmaya. Van Gogh olacağım ya! Bayağı bir yapmıştım ve o bulduğunuz rengi kaybetmemeniz gerek çünkü yarına da lazım, kurumaması lazım. Hatta elimde kalan bir örneği paylaşabilirim.

Ve Van Gogh’un hayatı birçok sanatçı gibi renkler ve kelimelerle sınırı değil. Hakan Gerçek bunu tüm içtenliğiyle sahneye taşıyor. Bu ve benzeri oyunları izlemek ve anlamak hatta keyif almak için belli bir alt yapının olması gerekiyor. Ki tiyatro bana göre eğlence yeri değildir. İlla düşünüp delirmek zorunda da değilsiniz. Ama günün sonunda bilmek, anlamak ve hissetmek zorundasınızdır. Tiyatro insana bunu verir ve vermelidir. Maalesef günümüzde herkes sanatçı olduğunu ve elinden çıkan bazı şeylerin “sanat yapıtı” olduğunu iddia ediyor. Bu gerçekten çok komik ve yorucu. Aynı gazetede yazmaktan mutluluk duyduğum ve “sanata evet” sloganıyla her fırsatta insanlara sanat olgusunu aşılamaya gayret eden başarılı oyuncu Tamer Levent de son zamanlarda bu soruna dikkat çekiyor.

Oyuna devam edersek, oyunun genel alt yapısı Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplardan geliyor. O kitabı okumanızı öneririm. Theo’ya Mektuplar.

Merak ettiniz değil mi, evet oyuncu oyunun sonlarına doğru usturayla kulağını da kesiyor. Ve ardından monolog daha dramatik şekilde ilerliyor. Zaman zaman sayıklamaya dönüşen konuşmalar gerçekten çok etkileyiciydi. Van Gogh’un merak uyandıran bir diğer eseri Tutuklular Çemberi ise aslında O’nu anlamamız için en iyi ip uçlarından biri. Bu tabloyu da gördük sahnede.

Ben tiyatroda sadelikten yanayım. Teknolojinin olmadığı, yalın ve en saf haliyle insanı izlemek, duymak, anlamaya çalışmak.

Burada çok büyük bir ekran vardı. Ekran derken ressamın ve konunun ruhuna uygun olarak farklı bir zemin üzerine yansıtıldı tablolar. Diyorum ki, o dev zemin olmasaydı da tüm eserler tek tek tuval üzerinde şövaleye konsaydı.

Kostüm, eşyalar her şey döneme uygundu. Dönemsel uygunluk benim için çok önemli. Ayakkabısı bile neredeyse birebir aynıydı.

Tabi sahne birçok riski de içinde barındırıyor. En öndeki izleyici tabloyu görüp okuyabilir ama en arkadaki izleyici görebilir mi? Bunlar eminim ölçülüp biçilmiştir ve böyle bir sonuca da varılmış olabilir. Bir de küçük bir akustik sorunu vardı sanki. Onun dışında ne vardı; çok büyük bir emek vardı, yetenek vardı, sayfalarca ezber vardı, dekor vardı… Gülmedik, ağlamadık sadece Van Gogh’u yaşadık. İşte bütün mesele bu.

Teşekkürler Hakan Gerçek.













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Van Gogh

  Van Gogh “Sevmek ve çalışmak” yazıyor oyunun tanıtım broşüründe. Tiyatro Gerçek’in sahneye koyduğu, Hakan Gerçek’in yönettiği ve oynadığ...