28 Eylül 2025 Pazar

Merhaba Halikarnas Balıkçısı

 


Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı”

Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir anlatım. Yani yazarı Cevat Şakir.

Uyarlamalarla başımız dertte zaten. Eleştirince “bu zaten uyarlama” deniyor. Ama asıl mana yuvarlanıp gidiyor. Beklentim yüksek değildi, afişteki kostümden nasıl bir şeyle karşılaşacağım belliydi ama yine de görmem gerekiyordu.

Avamın gülüp eğleneceği bir gösteriydi bu. Çünkü Cevat Şakir’in sürgünü bazlı bir çeşitlemeydi ve genel itibariyle komik bir anlatım hakimdi. Trajikomikse eğer biraz da trajedi görmek gerekirdi. Bir düşünür der ki; “insan ruhunun baş temeli trajedidir. Komedi hiçbir zaman trajedinin makamına oturamaz.”

Konu limandaki balıkçı değil, bir düşünürdür. Benim için Uğur Mumcu neyse Cevat Şakir de odur. Mesela Uğur Mumcu’nun Rabıta kitabını okurken bazen acaba Cevat Şakir’in kitabı mı dersiniz. Durum o derece ciddi aslında. Tabi ki biri daha didaktik bir dil kullanırken diğeri kalemini rüzgara tutmuş coşkun bir şekilde yazıyor.

Bundan yıllar önce anneme “Cevat Şakir nasıl biri” dediğimde “Dürüst adamdır” cevabı almıştım, Uğur Mumcu için de aynı yanıt gelmişti. Deniz Gezmiş dediğimde ise “Okulda Onunla kavga etmiştik” dedi. “Nee Deniz’le kavga mı ettiniz” demiştim. Aynı yaştalar ve ikisi de Balık (sıkıntılı) 😊 “Kitap okuyordum, elimden kitabı alıp, bunu mu okuyorsun” diye bana kızdı demişti. Annem de İstanbul Üniv. çıkışlı. Okul arkadaşları yani. Ya Nazım, ya Necip Fazıl… Ya şu ya bu derken herkes neredeyse tam puan almıştı. Abim de bir dönem siyasi yargılanmalardan geçti, zor zamanlardı. Bu konular hassastır.

Cevat Şakir hümanist kişiliğiyle öne çıkar. Onda herkesi idare etme kabiliyeti vardı. Belki kendiyle bile dalga geçmiştir, birçok şeyi ciddiye almamış olabilir. Fakat tüm bu tavırları yüzeysel bir bakış açısına sahip olduğu için değildi. Ben Onun bu anlamda suiistimal edildiğini düşünüyorum.

Çok mu ciddiye alıyorum? Evet, çünkü ciddiye alınması gereken bir isimden bahsediyorum. Nazım kadar, Abidin kadar, Orhan kadar, Azra kadar, Bedri kadar…

Son zamanlarda tek kişilik oyunlar aile işine dönmeye başladı. Tek bir oyun metni var ve her şeyi en fazla iki kişi ayarlıyor. Bu oyunda da sanırım yönetmen oyuncunun kardeşi… Ne dekor tasarımcısı var ne kostüm tasarımcısı var, ne sanat yönetmeni var, ne ışıkçı var…

Cevat Şakir klas bir adamdı. Tüm fotoğraflarına bakın, belinde halat ip, kıçında düşmek üzere olan bir pantolon var mı? Ama oyunda durum bu oysa ki O trençkotuyla, beyaz gömlekleriyle, ressam stili beresiyle hep şık ve zarif. Sigara tutuşu bile cins adamın çünkü kendi cins ama bu cinsliği yanlış yorumluyorlar. Cevat Şakir yaşadıklarıyla dalga geçebilir ama ben geçemem. Adam ülkedeki birçok şeyi kanıksamış ve merhaba diyerek yaşam yolculuğuna devam etmiş olabilir. Annem de anlar bu işlerden O da Yıldırım Mayruk’un eski stilistlerinden biri. Dedim böyle bir kostüm gördüm. Nasıl yorumlarsın, ben mi abartıyorum? Cevabı “Cevat Şakir’i balıkçı sanmıştır” dedi. Bunu ciddi söyledi yani.

İşin adı “uyarlama” olunca her şey sapıyor bu ülkede. Cevat Şakir’i homeless (evsiz) gibi göstermek nedir? Ayağındaki ip sandaletler ise bugünün sandaleti ve kızlar giyer daha ziyade. İşte oyunlarda kostüm tasarımcısı bu yüzden var. Cevat Şakir’in su gibi rakı içerek mektup yazdığı sahne çok mu gerekliydi, kitabında böyle bir şey hatırlamıyorum. İşte bu da oyunda tansiyonu düşürmemek için yani düz bir oyunu interaktif bir oyuna çevirmek için basit bir yöntemdir ve bayağıdır!

Uğur Mumcu da komikti, Nazım da öyle, Abidin de… Zeki insanlar esprilidir zaten ve ne diplomasiyi ne de avamın el pençe divan karşıladıkları şeyleri kale almazlar. Nazım deyince; Yurdaer Okur’un muhteşem oyunculuğuyla RAN adlı oyununu izlediğimde karşımızda Nazım Hikmet var sandık bir an. O da biyografik bir anlatıydı. Neden gülmedik? Neden o oyunda ve oyunun devamında Nazım’ı daha iyi anlamaya çalıştık? Neden elimizde olmayan kitaplarını sipariş ettik. Çünkü karşımızda Nazım vardı.

Eğlenmek için tiyatroya giden ve hiçbir kaygı gütmeyen yazarlar basit bir oyunu övebilirler. Bu da tuhaf bir durum gerçi. Dekora gelirsek, tabi ki arkada kocaman bir balık ağı var! Kostüm de zaten, neyse… Altı kaval üstü şişhane. Bir şey yapılmaya çalışılmış evet. Bu anlatı olduğu için hikâyesi ya da metni yok. Mavi Sürgün kitabı çerçevesinde diğer birkaç kitaptan da birbirini tamamlayan, oyuna ahenk katacak cümleler seçilmiş ve bir kolaj oluşturulmuş. Arada günümüze de ufak atıflar vs… Geçen yıl yazdığım bir metni Mustafa Alabora’ya okumuştum. Oradaki iki kelimeyi kaldırtmıştı. Söylediği söz şuydu; “hamaset yapma!”

Gerek yok yani milletin bildiğini göze sokmaya diyor. Sen derdini anlat. Ne diyor Cevat Şakir; “Sanat anlatma arzusudur”. İşte söz işte öz. Ve Mustafa Bey ile oyunumu yönetirken bir his kapladı içimi. İkimizde elinde mikrofon vardı, oyuncular prova yapıyor o sırada. “Hocam bir şey eksik” deyip duruyorum. Döndü dedi ki; “ruh yok ruh!”

İşte asıl mesele bu. Bu sahneler anlatmak için var. Ruhunu ortaya koymak için var.

İzleyip hayranlık duyduğum oyunlar yok mu hem de çok. Özellikle de tek kişilik oyunları çok severim. Derinlik vardır çünkü orada, tek kişilik oyunlar çok kalabalıktır aslında.

Bülent Emin Yarar’ın tek başına oynadığı “Hamlet” oyununa bin kere giderim. Ne oyundu ama!

“Gülistan”’a giderim.

Yurdaer Okur’un” Ran” oyununa bin kez giderim.

Metehan Budak’ın “Çığlık” oyunu giderim.

Levent Üzümcü “Rüstemoğlu Cemal’in Hikayesi” giderim

Cem Kılıç “Maçın Adamı” giderim

Elçin Atamgüç “Can Yeleği” efsane bir oyundu, giderim.

Hasan Fehmi Gökdeniz “Kök” harika bir oyundu ona da defalarca giderim ve daha aklıma gelmeyen ne oyunlar ama Merhaba Halikarnas Balıkçısı adlı gösteriye bir daha gitmem.

 

BtL

 

 

 

 

 

 


6 Eylül 2025 Cumartesi

Pirosmani

 



Film Niko Pirosmani’nin bir yapıtı ile başlıyor. Pirosmani çok da alışkın olmadığımız ya da pek duymadığımızı “naif sanat” yani çocuksu çizimlerin hâkim olduğu bir stile sahip diyebiliriz. Yalın ve düz çizgiler kullanılarak ortaya konan eserler.

Ben ressamların hayatlarının ilham verdiğini düşünürüm hep. Çok fazla ressam tanıdım, atölyelerde çok zamanlar geçirdim. Gerçekten onların hayata bakış açısı dünyalılarınkine pek benzemez. Filmde de onu görüyoruz. Benim en çok hoşuma gidense filmin Pirosmani’nin tablolarına benzemesi. İnsanlar, hayvanlar, insanların ve eşyaların duruşları, o durağanlık inanılmaz. Sadece bu özelliği için izlenmeyi hak ediyor bence.

Naif sanatı biraz daha açarsak eğer, kuralsızdır ve ilkelci sanat olarak da geçer. Naif ressamların resimleri duygusaldır ve ne görüyorsa onu yapar. Perspektif filan aranmaz onlarda. Türkiye’nin ilk naif ressamlarından biri Hüseyin Yüce’dir.

Filme dönersek…

Rus yapımı olan film bana sık sık Tarkovski’yi anımsattı. Babayı anmadan olmaz tabi. Bu filmde de Tarkovski’nin şiirselliğine rastlamamak mümkün değil. Tarko’nun filmlerinde babasının şiirlerini duyarız, bu filmde de insanların bazı diyalogları şiir gibiydi.

Filmde kendini toplumdan ve insanlardan soyutlayan Pirosmani bir restorana girer. Biraz ilerideki masada tanıdıkları oturur. Onlarla ilgilenmez. Oturanlardan biri Pirosmani’ye laf atar ve diyalog gelişir…

“Yalnız bir adama yemek yaramaz. Bize katıl beraber içelim. İçini kemiren ne? Derdini bizimle paylaş, biz de insanız. Hayatı yalnız yaşamak zordur.”

Pirosmani eline kadehini alır ayağa kalkar ve saygıyla;

“Bana eşlik etmenizin şerefine.” Der ve kendi hayatına devam eder.

Bir başka replik;

“Ne düşünüyorsun Nikolo? Bir içki iç ve dileğin gerçekleşsin”

Nikolo yani Pirosmani cevap verir:

“Bu hayatta ne kadar votka içmem gerekiyor. Yavaş içip de daha çok mu çalışayım, yoksa bir dikişte içip sonumu mu getireyim.  Hangisinin dahi iyi olduğuna karar veremiyorum.”

Diğer insanların yaşadığı gibi yaşayamayacağını söylüyor Niko…

Evliliğe ve çocuk sahibi olmaya da karşı… Kısacası her şey ona yüzeysel ve çok sıradan geliyor. Normalde olması gereken duyguların yerini başka şeyler mi istila ediyor acaba bizim gibi türlerde?

Bu filmde pastoral bir stil de var. Yani naiflikle kısıtlamak doğru olmayabilir. Kararı size bırakıyorum. Yazının uzun halini bloğuma koyacağım. Ve film olsun, tiyatro, kitap olsun açık bitişleri severim. Bu film de öyle bitti. İzleyin, analiz edin. Harika bir film. Tablo gibi.

Filmden bir cümle daha: “Hayat beni reddetti ve ben de dostluğumuzu küçümseyerek seni terk ettim.”

Niko elindeki bir miktar para ile ticaret yapmak ister fakat orada da tutunamaz. Hiçbir yere bağlı kalamıyordur. Bunu kimileri yaşadığı karşılıksız aşka bağlıyor ki ben öyle düşünmüyorum.

Ve bir gün Niko ile alakalı bir haber çıkar gazetede. Niko’nun gazeteden haberi yoktur henüz fakat insanlar Ondan yüz çevirmeye başlar, duvarlarından Niko’nun yaptığı resimleri indirirler. Niko buna bir anlam veremez ve en sonunda yolda gördüğü birilerine sorar neler olduğunu…

Devamını yazmayacağım… İzleyin ve görün. Tartışmasız harika bir filmdi.

Bu vesileyle rahmetli hocam “Fırçasız Ressam” diye ünlenmiş Metin Akarslan ağabeyime sonsuz ama sonsuz selamlar, sevgiler olsun.

BtLÂşK





Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...