Hayat der gülümserim
Ramazan’ın son günleriydi…
Önce güzel Vefa’yı ziyaret sonra kuru fasulye, hemen ardından “ay çok geldi” diye yenilmeye devam edilen Kemalpaşa tatlısı… Ve ardından Fatih Reşat Nuri Sahnesi!
Bu sahneyi çocukluğumdan beri bilirim… Ve bildiğim gibi de kaldı! Kötü bir sahne, onu geçtim de keşke izleyici koltuklarını yenileseler artık! Üçüncü sıradaydım ve önüme biri gelirse oyunu nasıl izleyeceğim diye kara kara düşünmeye başlamıştım. Neyse ki kimse gelmemişti ve hemen öne geçmiştim.
Oyun çok katmanlı olduğu için birleştirmesi güç ama anlaşılmayacak bir oyun değil. Hatta göze sokulan cinsten. Sema Keçik sahneyi dolduran harika bir oyuncu ve gerçekten iddialı roller verdi. Birçok kadın kılığına bürünüp tek başına performans sergilemek büyük bir alkışı hak ediyor, nitekim kocaman alkışlar aldı defalarca. Ama ben illaki heyecanı havada uçuşan oyuncu görmek istiyorum hep. Ne olacak benim bu takıntım. O yüzden genç ya da oyunculuğa yeni adım atmış ya da uzun yıllar ara verip geri gelmiş oyuncuları izlemek başka bir şey. Tarkovski ya da Nuri Bilge gibi bir bakış benimki sanırım. Duyguyu daha yalın vermek mi acaba? Belki de. Tarkovski oyuncusuna senaryoyu son anda okuturmuş mesela, o heyecanı hatta hata yapma korkusunu içinde barındıran bir insanın orijinal tedirginliğinin kameraya yansıması! Deli mi iyim neyim bende! Kadın mis gibi oynamış işte ne istiyorsun. Nuri Bilge’nin anne ya da babasının acemice sergilediği bakışlar mı? Hayır! Bunun adı “acemice” olamaz; “o an” olabilir. “an”ın en yalın ve duru hali!
Oyunda en sevdiğim yerler kısa müzik ve dans gösterileriydi…
Güzel bir oyundu, tebrikler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder