Öncelikle şunu söylemek gerekir; deneysel dediğimiz tiyatro
oyunlarını izleyebilmek belli bir alt yapı gerektirir. Soyut ve şiirsel bir
anlatı hâkimdir genel olarak bu tip oyunlarda.
İnziva’da bu oyunlardan biriydi. Oyunculuk açısından çok
güzel bir performans sergilendi. Konusuna gelirsek; görünen şey, iki askerin
bir mağarada mahsur kalmasıyla başlıyor her şey.
Salondaki dekoru ilk gördüğümde acaba iki boksör kapışacak
mı demiştim. İçimizdeki karmaşa belki o şekilde de anlatılabilirdi ama asker
olması konuyu dallanıp budaklandırıyor. Amaç da bu değil mi zaten.
İki düşman asker var oyunda. İkisinin de boynuna kement atılmış.
İpin ucun çok derinlerde. Belli ki birbirlerine birileri tarafından düşman
olmuşlar. Bu detayı ben bu şekilde yorumladım aslı yazara ait. Fakat bu detayı
çok sevdim, çok akıllıca. Ve oyunun sonuna kadar “savaşın kazananı yoktur”
demekten de kendimi alamadım.
Oyunda bir realite olarak salt asker ya da askerlik ele alınmıyor.
Savaş, savaşın sebebi, geride kalanlar, yaşam mücadelesi ve yalnızlaşan insanın
çaresizliği tüm çıplaklığıyla sergileniyor. Birinin suyu var diğerinin ekmeği.
İkisi de birbirine muhtaç. İnsan insanı ne ve nereye kadar iter ki? Ya
düşmanlıklar, ya savaş?
Düşünsenize tanımadığınız birini vurmak zorundalığı, ve
yüzünü daha önce hiç görmediğiniz bir insan tarafından öldürülme ihtimali.
Savaş üzerinden insan psikolojisine evirilen oyunda askerler
yer değiştiriyor. Fakat bu sıradan bir değişim değil. Bir çeşit sorgulama. Askerin
bacağındaki kocaman yara bile karşı askerin bacağına geçiyor. Bunun ne manaya
geldiğini iyi kavramak gerek.
Ne farkımız var?
Endişelerimiz, yarınlarımız, şu anımız, saplantılarımız, ne
için yaşadığımız, neye muhtaç olduğumuz…
Öte yandan ince bir dokundurma da var oyunun sonunda… Onu da
gidip izleyin ve görün derim.
Tebrikler Berat Beyoğlu, tebrikler Yusuf Mahmut Çitil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder