Maria Callas’ı bilen de vardır, bilmeyen de… Yıllar öncesinin dünya çapında en önemli sopranosu. Fakat ben onun sanatı kadar kadın oluşuyla ve dramatik hayatıyla da ilgileniyorum. Büyük bir ünle başlayan ışıltılı hayatın Ege’nin sularında bitişini izlemek belki kimilerine mutluluk kimilerineyse hüzün verdi zamanında ve eminim ki çok da konuşuldu. Biraz da dedikodusu yapıldı. Callas toprağa karışmak istemedi, bir insan neden bu şekilde yok olmak ister? Aslında bunu düşünüp yaşamın kıyısında yürüyen bir insanın serüvenini okumak ve şayet çok gerekliyse bu takibin ardından bir çıkarım yapmak bence çok daha insani.
Unutulmamalı
ki; hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Röportajlarını
izledim… Sesini dinledim ve röportajlarını dinlemeden önce onu ekranda
izlediğimde içinde saklamaya çalıştığı bir şeyler olduğunu hissetmiştim. Onu
araştırdığımda öldükten sonra gömülmek yerine kremasyon (cesedin yakılması)
isteyip, küllerinin de Ege Denizine dökülmesini vasiyet ettiğini öğrenmiştim.
Eften püften bir istek değildi bu. Ancak hayatında derin izler kalmış birinin
hislerinden doğabilecek zor bir karar. Böyle bir şeyi kim ister ki?
Her zaman
İtalyan sanılan ama aslında Amerikalı olan sanatçı; New York’ta doğup büyümüştü.
Her ne kadar Yunan asıllı bir Amerikalı olsa da günümüzden ona baktığımda
üzerinde klasik bir Amerikalı değil (illa Batı diyeceksek şayet), mesela bir
İngiliz asilzadesi olabilirdi Callas. Benim soylu, mahzun prensesim; tıpkı Lady
Diana gibi, evet en az onun kadar utangaç ve mahzun bakıyor.
Çocukken
okulda operetler ve şarkılar söyleyen bir kızdı ve bu yeteneği annesinin de
gözünden kaçmamıştı. O yaşlarda Callas için bunlar günlük eğlencelerdi belki
ama bir zaman sonra annesi tarafından karşısına çıkacak ve hayatını tamamen
etkileyecek bir unsur haline gelecekti. O, çok ünlü bir şarkıcı olmalıydı!
Babası da müzik eğitimi almasını istiyordu evet bu çok normal bir istek fakat
annesi çok hırslı bir kadındı. Callas 8 Yaşında piyano eğitimi almış ve her şey
ardı arkasına gelmeye başlamıştı ama tüm bunlar Callas’ın değil, annesinin
hayaliydi. Callas ise o güzel gözleriyle hep geriye bakıyordu. Röportaj ve
sahnelerini izlediğimde sanki gözleri hep gerideydi… Kim bilir belki de ardında
bıraktığı yıllarına bakıyordu.
Annesinin
baskısıyla bugünlere gelmiş olan Callas bundan oldukça şikâyetçi aslında, hatta
bir röportajında “aslında bir kanun olmalı, ebeveynlerin çocukları adına karar
almalarına karşı” diyordu. Çocukların iyi ve mutlu bir çocukluk geçirmeleri
gerektiğini söyledikten sonra ardından gelen cümle onun bakışlarının tercümesi
gibi olmuştu bana; “ben mutlu bir çocukluk geçiremedim.” Geçmişte yaşayan bir
kadın olduğunu buradan da anlayabiliriz. Şu da olabilir aslında; vasat bir
hayatı olsaydı eminim ki ünlü bir sanatçının da yerinde olmak isteyebilirdi
çünkü insan elinde olmayan, yaşayamadığı bir şeylere her zaman özlem duyar.
Mesela ben şu an İstanbul’dayım ama Bodrum’u özlüyorum, Bodrum’da yerleşik bir
hayatım olsaydı bu sefer İstanbul’u özleyecektim her ne kadar özlenecek bir
hali kalmadıysa da…
Fakat
“an”dan bahsetmemiz gerekirse Callas böyle bir hayatın içinde büyümüş. Şu an
onun hüznüne ortak olmamız gerek.
Bir zaman sonra ailecek Amerika’dan Yunanistan’a giderler ve Atina konservatuarına kabul edilir Callas. Yıllar birbirini kovalar ve Maria Callas tüm dünyanın ayakta alkışladığı bir soprano olur. Peki mutlu muydu? Hayır! Yine bir söyleşisinde; “sadece bir ailem, eşim ve çocuklarımın olmasını isterdim” demişti. Çok şaşırmıştım. Benzer bir cümleyi Coco Channel’den de duymuştum. O da dünya modasına yön veren dev bir markanın kurucusuydu ama yalnız ve mutsuzdu. Bir isim daha var ki, Leyla Gencer…
O da
Türk soprano. İtalyanların bağrına bastığı bir sanatçı. Kaderi tıpkı Maria
Callas’ın kaderine benziyor diyebiliriz. Mutsuzluk, başarı ve yalnızlık bu
kadınların ortak noktası. Leyla Gencer bir banka memuruyla evliydi. Çok fazla
görüşemiyorlardı.
Bir fark
var; Gencer işine âşıktı. “adanmış sanatçı” diye bahsediliyordu ardından ve
Maria Callas’ın da sesine hayran olduğu biriydi Leyla Gencer. Bana sorarsanız
sesi; Callas’tan çok daha güçlüdür. Ama kimin umurunda? En azından şu an benim
umurumda.
Callas için
işin başka bir boyutu da vardı mutsuzluğuna sebep; magazinciler! Hayatına yön
vermeye çalışan haberciler onu sık sık üzüyordu. Bir limana sığınma isteği
yıllar sonra karşısına ve bizlerin de karşısına; “sansasyonel hayatıyla da
dikkat çeken sanatçı” olarak gelecekti. Başarılı ve ünlü bir kadının limana
sığınma isteği ne olabilir? Güçlü bir eş. Onu bulmamıştı ve her zaman yarım
kalmıştı bir şeyler. Ne kadın erkekten ne de erkek kadından üstündür. Eşit olma
durumu ise tartışılır… Şu bir gerçek ki; herkesin bir limana ihtiyacı var. Bu
hafta Maria Callas’tan ve biraz da Leyla Gencer’den bahsetmek istedim. Elbette
bir sayfaya sığmayacak hayatlar ve güçlü karakterler. Biri Ege'de diğeriyse Marmara'nın sularında...
BtL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder