23 Ekim 2020 Cuma

Fil

 


Kibrin zaman zaman abartılarak zaman zaman da yalın bir dille anlatıldığı ve oyuncuların performansıyla yükselen bir oyun Fil. Soren Ovesen’in yazdığı oyunda kendini dünyanın en büyük sihirbazı sanan bir adamla ona âşık yardımcısının hikâyesini izliyoruz. Adam anlaşılmamaktan yakınırken kadın onu sevgisiyle sarıp sarmalar fakat adam o kadar kibirlidir ki kadının yüzüne dahi bakmak istemez.

Adam aslında koskoca bir hiçken kendini çok yükseklerde görmeye devam eder ve bir gün şapkasından bir fil çıkaracağı iddiasında bulunur, yardımcı onu uyarır ve ona küçük bir hayvan çıkarmasını söyler, adam dinlemez yardımcısını. Zaten ne zaman dinliyor ki!

Basit bir anlatım ve kurguyla aslında iç içe yaşadığımız birçok insanın portresini görüyoruz oyunda.


9 Ekim 2020 Cuma

Fatih'in Delileri "Deliler"

 

Tarihte Fatih’in delileri diye adlandırılan ve Uç Beylerinin himayesinde olan bir ocaktı Deliler. Adından da anlaşılacağı üzere deliydiler. Fakat buradaki “deli” elbette akli noksanlıktan değil; gözü karalıktan, cesaretten ve hükümdara bağlılığın verdiği koruma güdüsüyle ölümden dahi korkmamaktan geliyor. Delilerin mazlum için, ülkesi için, Fatih için yapmayacağı şey yoktu. Onlara bir çeşit özel kuvvetler diyebilir miyiz? Diyebiliriz belki de. Tehlikeli ve yorucu bir hayatları olduğu için aile kurmadıkları da bilinenler arasında bu cesur askerlerin.

Osmanlı askeri sınıfının bir ocağı olan deliler her halleriyle farklıydılar; fiziki yapıları, güçleri ve giyimleri... Kıyafetleri filmde de gördüğümüz gibi tarihte de gerçekten hayvan derileri ve kürklerinden oluşuyordu. Onları tesadüfen gören olduğundaysa hiçbir şeye benzetemiyorlardı; belki indiler, belki cin ya da belki bir sırtlan ya da tilki… Delilerin ocaklarına bayrak deniyordu…

Filmde şamanik öğelere de fazlasıyla rastlıyoruz. Yetkin Dikincileri Baba Sultan rolünde görüyoruz; Deliler ordusunun duacısı diyebiliriz. Deliler ve Baba Sultan arasında mistik bir bağ olduğunu görüyoruz. Burada olay şöyle başlıyor; bildiğiniz üzere III. Vlad namı diğer Kazıklı Voyvoda ve diğer namıyla Kont Drakula Fatih Sultan Mehmet ile beraber Osmanlı Sarayında büyümüştür. Hatta Molla Gürani'den dersler aldığını biliyoruz. Osmanlı’nın ve dahi Fatih’in ona göstermiş olduğu tevazu, korumacılık ve dostluk onda farklı izler bırakmış ve Eflak Prensi Kont Drakula, içinde Osmanlıya kin duyarak büyümüştür.

Lakabından da anlaşılacağı üzere Kazıklı Voyvoda yakaladığı tüm Osmanlı askerlerini kazığa oturtmak suretiyle öldürmüştür. Ben bu hadiseyi yıllar önce okuduğumda açıkçası inanamamıştım ve filmde de tüm çıplaklığıyla bunu görüyor ve bu zulmü gerçekten hissediyoruz. Filmde Fatih’in yolladığı son elçiyi de korkunç bir şekilde katletmesiyle Fatih’in sabrı kalmaz ve Deliler ordusunu devreye sokar çünkü Kazıklı Voyvoda’nın hakkından ancak Deliler gelebilirdi!


(Cem Uçan)
Deliler’in başında Cem Uçan’ı görüyoruz… Rolünün hakkını sonuna kadar veren ve yüreğini ortaya koyarak oynayan bir oyuncu. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; bu film Türk yapıtları içinde, aksiyon açısından Hollywood’la yarışabilecek belki de tek film. Kostümünden, oyunculara, mekândan performansa kadar gerçekten büyük bir takdiri hak ediyor.

Filmine gittiğimde de bir yazı yazmıştım fakat bu kadar uzun olmadığını hatırlıyorum ki bu tarz filmler gerçekten sinemada izlenmeli. Geçenlerde TRT2’de rastlamıştım bu filme, eğer gitmeyen, izlemeyen varsa bir şekilde bulup izlesin.

Deliler özellikle Hz. Ömer’e olan bağlılıklarıyla bilinir. Onun cesareti, gücü ve adalet anlayışıyla yetişmiş olan delileri filmde de bu karakterde görüyoruz. 


(Erkan Petekkaya)

Heybetli olduklarından dolayı savaşlarda en önde yer alan deliler, düşman ordularına bakışları, giyimleri ve heybetli duruşlarıyla korku salardı. Filmin ilk başlarında delileri sayıca az görsek de onlar tarihte binleri bulan sayılarla savaşlara katılırlardı ki Kanuni’nin Mohaç savaşında 10 bin kişilik bir deliler ordusu olduğunu biliyoruz. Deliler deyince hoyrat, kaba, sadece öldüren, avlanan bir grup sanılmasın; bunlar tarihte iyi eğitilmiş, her milletten olan, adalet, merhamet ve cesaretle kuşanmış ayrıca istihbaratta da kullanılan çok kalabalık bir orduydu…

Filmde Kazıklı Voyvoda’yı Erkan Petekkaya oynuyor ve rolünün hakkını gerçekten veriyor. Başarılı oyuncuların yer aldığı bu yapıt keşke sinemada tekrar gösterime girse… Aklıma Mel Gibson’un oynadığı Braveheard filmi geldi… Nasıl güzel bir filmdi. Onu da sinemada izlemiştik ve sinemada kaç kez izlemiştik! O filmde sesin ne kadar önemli olduğunu anlamıştım. O zamanlar çocuktum neredeyse fakat o görsel şölene hayran olmanın yaş sınırı yoktu bence. Romantizmin aurasında hak arama mücadelesinin derinliğine inmiştik ve buna unutulmaz müzikleri, kılıç ve at sesleri hatta sessizliğin sesi eşlik etmişti. İşte deliler de en az Braveheard’ın aldığı alkış kadar alkışı hak ediyor. Elbette Hollywood’un imkânları Türkiye’de yok fakat bu kısıtlı imkanlar nispetinde bu başarıya ulaşmak takdire şayan.

Delilerde tüyleri diken diken eden sahne sona saklanmıştı ve Eflak Prensinin sonunun geldiği o sahne; bir grup delilerin binlerce deliye dönüştüğü o sahne… Evet, bence de bu film yeniden gösterime girmeli evet ütopik bir istek ama kimse kusura bakmasın, bu film bunu hak ediyor!

Ve…

19. Yüzyıla kadar varlıklarını sürdüren delilerin ne mezarı vardır ne de isimleri fakat şunu bilmeli ki; hala onların yüce ruhlarıyla kuşatıldığımızı hissediyorum. Kimler gelmiş, kimler geçmiş derken bu isimsiz kahramanları unutmamak gerek… Belki şu an ayağını bastığın toprağın altında dahi bir deli vardır; ruhu seni izlerken, senin adına belki mutlu, belki de üzgündür…

Betül






5 Ekim 2020 Pazartesi

Karşılaşmalar /Sergi

 Karşılaşmalar sergisinde kadim dostum ve değerli sanatçımız Murat Kurt, sn. Beşir Ayvazoğlu, Bahri Genç ve diğer eser sahibi sanatçılarımızla güzel bir "karşılaşma" yaşadık... Hepsinin eline, aklına ve kalbine sağlık. Bu sergi kaçmaz; son gun: 21 EKİM/Tophane-İstanbul (Tophane-i Amire)







Murtaza

Özgür Sevimli’nin 2017’de yazıp yönettiği bir köy filmi Murtaza. Bu filmi dedesinden etkilenip yazdığını ifade eden yönetmenin bu anlamda anlattıkları beni filmle beraber daha da etkiledi…

Bir düğün imecesi ile başlayan film Murtaza ve iki yıl önce gözlerini kaybeden Sabure’nin hikayesini anlatıyor. Aslında keşke bu film 3 saat sürseydi;  filmdeki karanlığı daha fazla hissetseydim mesela, Sabure’nin elleri biraz daha titreseydi, küçük yaşında başından geçen o hadiseyi daha fazla duyumsayabilseydim. Hayatlar elbette bir saat ya da bir buçuk saate sığmaz ama izleyen kaygısıyla bence bu hayatların anlatıları kısa olmamalı.

Onulmaz bir yalnızlığın ve karanlığın içinde kıvranan Sabure ve kocası Murtaza bir dağ köyünde yaşıyorlar… Film Malatya’da çekildiği için kayısı detayı oldukça dikkat çekiyor.

Bir parça ekmek, bir bardak çayla sohbet kapılarının aralandığını ama kısa süren bu sohbetlerin ardında derin bir karanlık olduğunu hissediyoruz ve karanlık gittikçe büyüyor. Murtaza ve Sabure’nin çocukları İstanbul’da yaşıyor. Kızlarını kaybediyorlar fakat Murtaza bundan Sabure’ye bahsetmiyor. Aslında köyde yaşanan gerçekliğin ardında bir detay olarak kalıyor bu ölüm zira Murtaza kendini hala suçlu hissediyor. Karanlıkta kalan sadece Sabure değil aslında Murtaza.

Bir yanda her sabah güneşin karşısına geçip Alevi geleneklerince dualar eden yaşlı ve gözleri görmeyen bir kadın, bir tarafta vicdanıyla boğuşan bir adam.

Acaba siz de bir gece yalnızlığınızı kutsayıp, günün doğmasıyla; tek başınıza akan bir suda kirlerinizden ve yalnızlığından arınabilir miydiniz?

Betül



Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...