Başucu filmlerimin başında bir filmdir Amadeus.
Çok sevdiğim sanatçılardan biri olan Mozart’ı anlatır biraz
eksik olsa da zira filmde Mozart’ın çocukluğunda babasıyla yaptığı uzun yolculuklardan
ve kız kardeşi Nannerl’den bahsedilmez. Babasıyla saraylarda verdikleri konserler
hakkında kısa bir anlatım geçer o kadar. Özellikle de kız kardeşi ile sık sık mektuplaşmaları
birçok kitaba konu olmuştur. Mozart’ın küfürlü şakaları ve absürt tarzı da yine
biyografik romanlarda yer alır. Çok zeki ve komik bir adammış Mozart. Komik ve
neşeli yanını filmde de görüyoruz. Benim gibi tersten konuşma huyunu da… Ayrıca
dışarıdan gayet düzgün konuşuyorum merak etmeyin…
Yine okuduğum biyografik eserlerde babası Leopold’ün oğlu
üzerindeki baskıdan söz edilir ki filmde de bunu görüyoruz. Mozart aynı zamanda
Farmasondur (Hürmason) bu yapı için; siyasi hedefler barındıran, anglosakson ve
İskoç soylularının girdiği bir oluşum diyebiliriz. O dönemin şartlarında belki
de dâhil olması gerekiyordu. Gerekiyordu dememin nedeni Mozart gibi “deli” bir müzik
dâhisinin bu tip şeylere iltifat etmeyeceğini düşündüğümdendir. Ve belki de bu
yüzden yalnız öldü ve kimsesizler mezarlığına gömüldü!
Tüm Oscar’ları toplamış, ödüllere doyamamış 3 saatlik
filmimize dönersem, film dönemin saray bestecisi olan Salieri’nin intihara
teşebbüsüyle başlıyor. Boğazını kesiyor ve ilk müdahalenin hemen ardından
insanların kırbaçla “uslandığı” bir tımarhaneye kapatılıyor… İntihar ederken Mozart’ı öldürdüğünü söylüyor
ki gerçek hayatta da Mozart’ın ölümü tam bir sır. 3 sebep var bence; ateşli
hastalık (ki filmde ölüm sebebi hastalıktır), Sihirli Flüt (detaya girmeyelim),
Mozart’ı kıskanan Salieri…
Bir peder ziyaretine gidiyor Salieri’nin. Tımarhanenin köhne
bir odasında piyanosuyla baş başa bulur Salieri’yi. Yaşlı bedeni piyanosunun
başında olsa da ruhu yıllar öncesinde süzülen yaşlı bir adam görürüz
karşımızda.
Yıllar öncesinden kalma gömleğinin dantel gipürlü kol
ağzından dışarı taşan yaşlı parmakları piyanonun tuşlarında geziniyor
bestecinin… Zaman zaman kralın iltifatlarına mazhar olmuş bu saray bestecisi Peder’e
bakıyor aynı zamanda kibirli ve umutsuzca… Murray Abraham rolünün hakkını fazlasıyla
veriyor burada.
Besteci Tanrı’ya inanmaz hale gelmiştir zira ona göre Mozart
gibi şımarık bir soytarıya verilmiş o devasa yetenek hiç de Tanrı işi değildir
dolayısıyla burada Tanrı’nın adaletinden söz edilemez. Söz etmediğine ve
sorguladığına göre sonuç ortadadır. Pederi küçük bir sınavdan geçirir. Önce
kendi bestesini çalar, Pedere bunu hatırladın mı der, peder hatırlamaz hemen
ardından Mozart’ın bir bestesini çalar ve peder hemen hatırlar. İşte Salieri’yi
deli eden şey tam da budur. Hatırlanmaması gereken bir adama verilen yeteneğin
neticesidir bu! Ona göre Mozart bir sürüngendir. Bu nefretinden/kıskançlığından
ötürü Salieri töhmet altında kalmıştır hep. Acaba Mozart’ı gerçekten de o mu
zehirlemişti? Peder Salieri’ye “Tanrı’nın gözünde herkes eşittir” der bunun
üzerine Salieri’nin verdiği cevap manidardır;” acaba mı?” Peder Salieri’nin bu
sözünün ardından onu günah çıkarmaya davet eder. O an Salieri kibre dair tüm
silahlarını kuşanır, bunu yüzünün her noktasında görebilirsiniz. Özellikle de
bakışlarında.
Salieri sarayda bir besteci olma hayaliyle yetişmiş biridir
ve yine hayal kurduğu bir günde Tanrı’ya bu isteğini yerine getirdiği takdirde
asla evlenmemeye söz verir. Sözünde de durur bir sopranoya âşık olmasına
rağmen. Ve işin kötüsü o soprano Mozart’a âşıktır. Salieri delirmesin de kim
delirsin!
Ve Mozart Viyana’ya gelir müziğini çalmak için. İlk
konçertosunu 4 yaşında bestelemiş, ilk senfonisini 7 yaşında ve tüm bir operayı
12 yaşında bestelemiş birini ağırlayacaktı Salzburg Başpiskopos Sarayı. Salieri’nin
Mozart’la mücadelesi de o gün başlar!
Filmin sonlarında Requiem’i bestelediğini de görürüz.
Bitiremeden öldüğü harika bestesi. Kalan kısmını öğrencilerinden birinin
tamamladığını biliyorum.
Sırlarla dolu bir hayat ve kimsesizler mezarlığında biten
trajik son. Bu filmi izlemediyseniz mutlaka izleyin.
Yetenek, tanrı, adalet...
YanıtlaSilKonu olarak çok güzel.