11 Haziran 2018 Pazartesi

Bodrum Pazarları


En göz alıcı mavilerle kucaklanmış pencereleri, o pencerelerin beyaz evleri bir yana… Mandalina kokan sokakları, erguvana bürünmüş evleri bir yana… “Gitme kal bu şehirde” diyen gizli bir gücün varlığı bir yana… Pazarları bir yana…


Bodrum için sıralayacağım o kadar çok şey var ki, konunun dışına çıkmak istemediğim için kısa bir girizgâhla başladım yazıya. Konu Bodrum’la alakalı olunca da kuru kuru lafa girmek olmazdı.
İleri de belki Bodrum yazılarına başlarım. Gidişat onu gösteriyor.
Bodrumun pazarları derken neyi kastettiğimi bilenler anlamıştır. Nur yağan bitpazarlarından bahsediyorum. Aslında tam olarak bitpazarı da denmez. Daha ziyade ikinci el kıyafetlerin satıldığı pazarlar bunlar. En büyüğü Bitez’de kuruluyor Pazar günleri. Benim müdavimi olduğum Pazar Yalıkavak’ta o da Cumartesi günleri kuruluyor. Bitez’de ki oldukça büyük ve kalabalık. Güneş gözlüğünden, ayakkabıya, takı aksesuarından, kitaplara, antika vazolardan şamdanlara kadar ne ararsanız var. Saatlerce dolaşmaktan sıkılmayacağınız bir curcuna burası.




Kimi kendi kıyafetlerini satıyor, kimi eşin dostun verdiklerini. Kimi kazandığı parayla yoksullara yardım ediyor kimi de hayvan barınakları için harcıyor. Buraya kadar her şey oldukça sıradan. Fakat gözden kaçan bir detay daha var ki o da tüm bu eşyalarda birilerinin izinin olması. Hiç tanımadığınız belki de hayatınız boyunca karşılaşmayacağınız ve belki de karşılaşacağınız ama asla tanımayacağınız birilerinin eşyalarına dokunmak, satın almak, evinizin bir köşesinde, gardırobunuzda ona yer açmak bana masalsı geliyor.

Dün Bitez Pazarında dolaşırken bir bayanla selamlaştık. Sattığı kıyafetleri tanıtıyordu. Sanki kıyafet değil beni birileriyle tanıştırıyor gibiydi. “Bakın bu gömlek hiç kullanılmamış, bir ressamın gömleği…” Kırk yıldır dolabımda duruyor bu gömlek diyerek vermiş satan bayana. Bana da ilham versin madem, bir kırk yıl da benim gardırobumda dursun diye aldım gömleği. Yıkadım, ütüledim ve giyip aynanın karşısında üzerimdeki gömleğe baktım. Kendime değil, gömleğe… Çok yaşlı ve yepyeni bir gömlekti. Eski değil, yaşlı bir gömlekti o.
İşin en güzel yanı alışverişten ziyade insanlarla konuşmak, sohbet etmek. Mesela kendi tasarladığı kolyeleri satan kadının kolyelerini anlatışını dinlemek, güzel bir şarkıyı dinlemek gibiydi benim için. 

Hindistan seyahatinde bavullar dolusu ıvır zıvır alıp hiç birini kullanmadığını anlatan kadına, kendimin de çarşı Pazar görünce duramadığımı anlatmam ve anlatırken karşılıklı gülüşmemiz bitpazarına yağan nurun başka bir yüzüydü sanırım.

Bir pazarı daha var buranın oraya gitmedim henüz. Sanırım benim için bu ikisi yeterli olacaktır ki Yalıkavak pazarını tavaf etmek olmazsa olmazım oldu. Birinci tur normal, ikinci tur normal artık üçüncü turda şapkamı öne çekip, gözlüklerimi çıkarmamayı tercih ediyorum. Yoksa siz de mi benim gibisiniz? Eşyalarla konuşan, onlara hikâyeler yazan, dokunduğunuzda bir şeyler hisseden biri…

Bodrum’a gittiğinizde unutmayın bu pazarlara uğramayı ve mutlaka bir şeyler alın, iyi gelecektir…


1 Mart 2018 Perşembe

Vitrin



“Dünyadaki en iyi renk size yakışan renktir” diyor Coco Chanel

Bu sözle anlarız ki, aslında herkesin kendine ait bir rengi var. Ve vitrinler bu renkleri bizlere sunmak için var. Peki herkes rengini belirleyebilir mi? Doğrusunu söylemek gerekirse ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Chanel bakan ve görebilen bir göz olduğu için bu sözü rahatlıkla söylemiş ve hem şahsi olarak hem de ürünleriyle insanların bedenlerini en güzel renklerle donatmıştır.

İnsan kendi kendinin vitrini olabilir mi?

Şöyle bir şarkı vardı bir ara; “belki biraz da kızardın ama sana kırmızı çok yakışıyor…” Duygusal reflekslerimiz yüzünden bazen ister istemez kızarız ya da morarırız. Biz renk değişimine uğrarken muhatabımız da sevinçten sararıyor olabilir. Yoksa Chanel bunu mu demek istemişti de biz işi modaya çevirdik?

Vitrin, bir şeylerin sergilenmesi için, görülmesi için yapılmış camlı dolap ya da camekânlı bir bölmedir.

Bir mağazanın önünden geçerken kimi zaman vitrine bakarız kimi zaman da geçer gideriz. Bir hikâyesi yoktur çünkü. Sadece kalabalıktır hatta belki biraz da tozlu. Kim bilir o an hayatımızın unutmaya çalıştığımız bir bölümünü hatırlatmıştır bize ve çekip gitmişizdir oradan hızlı adımlarla. Gereksiz kalabalıklarla yorulduğum zamanların tercümanıdır istif edilmiş kazaklar ve pantolonlar…
Mankenlerin kimi yerde oturur pozisyonda kimiyse tavana asılmış şekilde bize bir şeyler anlatmak ister gibidirler vitrinlerde. Kimi çok şıktır kimi de rüküştür kimilerimize göre. Ya rengini beğenmeyiz üzerindekinin ya da kombini hoşumuza gitmez. Peki bunlar aklınızdan geçerken hiç vitrindeki yansımanızı izlediniz mi?

Sizi kim beğensin?

Soğuktan kızarmış burnunu kapitone montunun kenarından taşmış olan atkına sokmaya çalışırken seni kim beğenebilir? Bu arada asla ve asla yaşlandığım zaman kapitone kaban ya da mont giymeyeceğim hele de onu giyip çapraz çanta takmayacağım omzuma! Yemin ederim!

“En kötü düşmanınla tanışacakmış gibi giyin” derken Coco Chanel acaba kimden esinlendi. Şıklığa ve stile parfüm kadar önem veren bir kadının mutlaka bir bildiği vardı. Belki de kendi kendinin vitrini ol demek istemişti bize.
Eski İstanbul fotoğraflarının arasında sıklıkla gördüğümüz bir manzara vardır ki, o da şık giyimli insanlar. Yani kumaşa bürünmüş insanlar. Şimdilerde şişme montlar içinde yolda yuvarlanırcasına ilerleyen, silindirden hallice insanları görüyoruz. Bu hızlı yaşamanın ve tüketimin bir sonucudur bana göre. Giyin, çık, ısın… Giyin, çık ve sıcak ol ama asla şık olma, bir stilin olmasın ve yakışmasa da ısrarla o sevdiğin rengi kullan. İnanın bu kadar dostumuz yok. Duyduklarınızın hepsi sadece iltifat. 

Geçen gün ekranda bir adam gördüm. Kaşlarını almış incecik, küçük pembe bir gömleğe sığmaya çalışmış, düğmeleri ha koptu ha kopacak… Kendini şık zannediyordu belli ki. Üzüldüm… Çünkü komikti. Şık değildi. Orijinal kaş görmeyeli uzun zaman oldu. Hemen herkesin kaşları trafik şeridi gibi “kusursuz”.

Kusurlu ol ama biraz… Farklı ol ama abartma… Kendi vitrinini yarat. Kendi vitrinini yaratamazsan eksik kalırsın.

11 Ocak 2018 Perşembe

Doğum Günü Çocuğuyum İşte

Bugün doğum günü çocuğuyum. 

Astrologlar der ki; sahilde 70 yaşında birinin kumdan kaleler yaptığını görürseniz o kesinlikle bir Oğlak burcudur. Çünkü Oğlaklar yaşlı doğar genç ölür. 
Yetmişe otuz kala o çok sevdiğim kumlardan doğum günü pastası yaptım ben de kendime. Mum yerine bir tutam deniz kabuğu, bir demet yonca, çokça umut serptim üzerine. Ayaklarım soğuktan kızarana kadar dans ettim suyla. 
Tango yapmadım ama yine de gayet stratejikti attığım adımlar çünkü benden daha zekiydi dalgalar. 
Kim kimi yendi bilmiyorum ama kırk yıl önce bugün saat: 16.30'da Zeynep Kâmil'de "seni yenecem hayat" diye cırlayarak gelen bir ben var benden içerü... Hayatı yenip n'apacüksem?







Kumdan pasta fikri hoşuma gitti ve ömrüm olduğu sürece yapacağım bunu. Hem çok zevkli hem de sıfır kalori. Yaparken ve izlerken çok farklı şeyler düşünüyorsunuz. Herkesten ve her şeyden uzak koskoca sahilde siz ve deniz. Kumdan pasta yapmak için bir suç ortağı bulamadım ama belki bir gün kumdan kaleler yaparken bulabilirim.  
Bugün hava yağmurlu olacaktı aslında. Ona rağmen içimdeki çocuk "gideceksin" dedi o kumsala. Bir de şemsiye almıştım yanıma sırf bozulmasın diye kumdan pasta. Ayaklarımı uzatmış denizi izlerken dalgalar belirmeye başladı birden. Yağmurun habercisi gibiydiler. 
Aklıma bu yıl Karadenizde batan gemi ve içindekiler geldi. Bir doğum gününde akla en son düşecek şeydi belki. O an denize girmek geldi içimden. Girsem girerdim çünkü su çok güzeldi. Ben yaz kış denize girerim yeterki rüzgar ve dalga olmasın. Postallarımı ve çoraplarımı çıkarıp suyla buluştum. Gidip dönemeyenlerden haber getirmiş gibiydi. Mutlu muydum mutsuz mu bilemedim. 
Aklımda kalan tek şey suyun güzelliğiydi. Sahi bir de yeni bir yaşa girmiştim. Yaşıma sırıl sıklam girmiştim.

Ve sonra Attilâ İlhan dedi ki;
"İki beyaz martıdır ellerinle gelirsin
gizli bir yerinden tutuşmuştur yanar
kederinle gelirsin
yorgun bir yelkenliyim hayatının ufkunda
intihar ihtimali gözlerinle gelirsin..."

Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...