Öğlene doğru değil…
Öğlen hiç değil…
Ya öğleden sonra?
Peki akşam?
Hiçbiri…
Pierre Loti’de çay, sabahın ayazında içilmeli.
Üzeri kırmızı beyaz kareli örtülerle örtülmüş masaların
olduğu bahçeye inen merdivenler hafif ıslak olmalı.
Sandalyeler, masalara kapanıp uyuklayan yorgun bekçiler gibi
olmalı.
Haliç ne görünüyor ne de görünmüyor… Sis çökmüş olmalı
üzerine.
Sis bulutları, üzeri yazılmış çizilmiş sonra da silinmiş dev
bir kâğıt gibi görünmeli, biraz da görünmemeli; kader gibi, alın yazısı gibi.
Oturacak yer ararken dokunmalısın tek tek sandalyelerin omuzlarına.
Islanmalı parmak uçların bir akşam öncesinden kalmış gözyaşlarıyla.
Sisli puslu olmalı işte oraya gideceğin mevsim. Saatlerden
sabahın körü, günlerden hiç fark etmez olmalı. Yaz ortası da olsa demir gibi
soğuk olmalı her yer, rutubet kokmalı, biraz da Haliç…
Ne aymazların gürültüsü, ne çay kaşıklarının şıngırtısı ne de
sandalyelerin gıcırtısı olmalı kulaklarına dolan. Olduğu olacağı, mezarların
içinden çıkıp gelen iki kuzgunun sesi olmalı.
Masaya gelen çayın dumanı karşında duran köprüyü gümüş bir
kemer gibi sararken sen, aklına üflemelisin bir sigaranın külüne üfler gibi.
Her şey uçup gitmeli o saatte.
Çaya uzanan yorgun ellerine ağaçların yapraklarından çiğ
taneleri düşmeli. Bir dilek tutmalısın içine İstanbul’u sığdırdığın o minik
damlacıkları izlerken.
Kurşun kadar ağır dediğin her ne varsa bir sigara külü gibi
uçup gitmeli. Ama illâki sabahın köründe, mutlaka sabahın köründe gitmeli.
Betül Âşık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder