12 Kasım 2024 Salı

Gazi Sofrası İçin Perdeler Açıldı

 


Yazıp yönettiğim Gazi Sofrası adlı oyunun ilk gösterimi 10 Kasım’da İBB Şile Kültür Merkezinde gerçekleştirildi. Oyunun sanat yönetmenliğini Mustafa Alabora yaptı. Bu benim için büyük bir anı ve aynı zamanda okul oldu. Abarttığımı düşünmeyin. Öyle biri gelir ki, yıllar sürebilecek eğitimi birkaç saatte veriverir. Tam da böyle zamanlar geçirdik Onunla. Doğru zamanda doğru hamlelerle kılçıklarından temizlenmiş bir oyun aktı sahnede…

Bu oyun gerçek bir hikâyeden esinlenilerek yazıldı. Birçok kaynakla görüşüp onaylarını aldıktan sonra yazdığım hikâyeyi oyuna çevirdim. Atatürk bundan yıllar önce yani 1932’de Şile’yi ziyaret eder. 1932’nin Şile’si, bir zaman kıtlık da görmüş yokluk da ama genciyle yaşlısıyla ayakta kalmayı, ellerinde kalanı bugüne taşımayı da bilmiş kadim bir kasaba. Bugüne gelen şeylerden biriyse; Gazi Sofrası adlı motif olmuş.

Hikâyesine sadık kalınarak yazılan oyunda bu motifin doğuşu işleniyor. Şile ağzının baskın olduğu eserin başköşesinde yerli halkın şakşakı dediği el dokuma tezgâhı da var. O dönem kadınının “çilesi” diyebileceğimiz bu ince iş ne saçlar ağarttı, nice gözyaşlarına şahitlik etti. Kadınlar tezgâhlarda günlerce Şile Bezi dokurdu tüccara satmak için. Bazen çeyizine, bazense hediyelik… Çile çile yumaklar metrelerce beze dönüşürken kadınlar yaşlanır, bebeklerse annelerinin boylarına yetişirdi.



Başrolde Hatice (Elif Soyarslan) var… Oyunu ayakta tutan Elif’i buradan da alkışlamak istiyorum. Yükü ağırdı… Eşi ve oğluyla sık sık çatışma yaşayan Hatice’nin bir de durmadan kapısını çalan komşusu Fatma (Sezen Demirkol) var. Sezen’e de kocaman bir alkış. Elinde tabak durmadan Hatice’yi yoklar Fatma, içeri girdiğinde ilk işi eşyaların tozunu parmaklayıp, gücü yettiğince laf sokmak. Hatice de altta kalmaz tabii. Elif’in kocası balıkçı, Fatma’nın kocası ise kömürcüdür. Oyunda anlatıcı da vardır ve gerekli yererde tarihsel detaylar verir. Hatice’nin bir de oğlu vardır. Akıllı ve “babası kılıklı” bu sevimli oğlan (Mehmet Kürşat Gül) bir gün eve koşarak, nefes nefese gelir “paşa geldi, gazi paşa geldi!”. Mehmet’e de buradan kocaman teşekkürler, derslerinden arta kalan zamanda bizleri yalnız bırakmadı.

Ve işte evin ve mahallelinin telaşa düştüğü o an! Dakikalar sonra telaş, yerini yaratıma bırakır. Kalabalık bir an dağılır ve Hatice kendiyle baş başa kalır, düşünmeye başlar. Öyle ya koskoca paşaya çıplak tepsiyle kahve mi tutulurdu?

Hemen kasnağa Şile bezini gerer ve işlemeye koyulur. İşler… İşler. Yepyeni bir motif çıkartır. Adını da Gazi Sofrası koyar… Ve Mustafa Kemal Paşaya bu motifin işlendiği bezin örtülü olduğu tepsiyle kahve ikram edilir. O gün bu gündür Gazi Sofrası işlenir. Bir motif, bir hikâye… Ve oyunun ardından kulağıma gelen fısıltılardan biri; “ben de çok işlediydim bu motifi”.

Bu güzel oyunun hayata geçmesine vesile olan ve oyunda küçük bir rol de alan Şile Belediye Başkanı Özgür Kabadayı’ya ve nezdinde emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimle. 


6 Kasım 2024 Çarşamba

Bu Bir Film Değil

 

"Bu Bir Film Değil" evet değil. Bu bir mücadele. Jafar Panahi’nin 2011 yılındaki İran rejimiyle mücadelesini izliyoruz aslında. Adamın tek silahı kalemi. Kalem kılıçtan keskin. Peki korkmalı mı bu adamlardan? Suç ortağı ise; Mojtaba Mirtahasebi.

Muhalif yönetmen Panahi nin başı dertten kurtulmuyor. Ev hapisleri, cezaevleri, 20 yıl senaryo yazma yasağı, 20 yıl film çekme yasağı… Avrupa sineması ayağa kalkıyor. Cannes de ona sesleniyorlar. Açlık grevi yapıyor en son. Panahi şartlı tahliye ediliyor geçen yıl(2023).

Bu görüntüler evinden (2011)… Film yasağı var ya… Adam sanatçı yerinde duramıyor. İki sevdiğim adamın iki çok sevdiğim sözü vardır. Tarkovsky der ki; “sanat kusurlu bir hayattan doğar.” Cevat Şakir der ki; “sanat anlatma arzusudur.” Panahi de anlatmak istiyordu. Sanatçının ağzı dursa eli durmaz.

Burada evinde geçirdiği bir günü izliyoruz. Kamerada belgeselci arkadaşı yönetmen Mojtaba Mirtahasebi var. Görüntülerin bir yerinde Panahi yasaklarını parmak hesabıyla sayıyor ve “senaryo anlatmak suç değil değil mi” diyor tebessüm ederek. Ağlanacak hallerine beraber gülüyoruz. Senaryosunu anlatmaya karar veriyor. Adamın evin içindeki mücadelesi o kadar iç burkucu ki… “Bu adam ne yaptı ki size?” diyorum. Korkarlar çünkü etrafını aydınlatıyor. Karanlık kafaları gütmek daha kolay. Onlar da haklı yasaklamakta. Ama yine de sormadan edemiyorum “bu adamlar ne yaptı size hatta dünyaya?”

Bir halının üzerinde senaryosunu anlatıyor Panahi. Biraz da okuma tiyatrosuna benzettim. Ve bu çekimler Cannes Festivaline de ulaştırıldı. Rivayet o ki kekin içine saklanan bir bellekle yurt dışına çıkarıldı. Hal böyle olunca belgeselci arkadaşı da payına düşeni aldı ve pasaportuna el kondu…

Daha nice eserlere…

Yeryüzündeki tüm aydınlara selam olsun.

 


3 Kasım 2024 Pazar

Üç Hayat


Yönetmenliğini Jafar Panahi’nin üstlendiği ve izlerken sahne sahne içinde gezindiğiniz, 2018 yılında Cannes’ten ödüllerle evine dönen harika bir Panahi filmi daha…

Film, konservatuarı kazanmış ama ailesinin baskısı yüzünden okula yollanmayan genç bir kızın hikâyesini anlatıyor. Filmin başrollerinde Jafar Panahi ve Behnaz Jafari’yi görüyoruz. Hikayenin etrafındaysa Tahran, kasaba, en nihayetinde de bir köyün etrafında dönen hadiseleri izliyoruz.

İran’ın kuzeyinde Saran adında bir Azeri köyünde yaşanıyor her şey. Bu her şeyin içinde; gelenekler, hayatlar ve bitmeyen toprak yollar var.

Okula yollanmayan Marziyeh, çareyi bir video çekip çok beğendiği İranlı aktris Behnaz’a göndermekte buluyor. Video Marziyeh’in hayatının sonlandığını gösteriyor ya da göstermiyor. Bunu izleyince kendiniz göreceksiniz. Behnaz çekimlerini yarıda bırakıp Panahi ile yollara düşüyor ve bu yolculukla yollar boyu dev bir doğallığı kucaklıyorsunuz. Köylüyse köylü, inekse inek, düğünse düğün, kavgaysa kavga.

Ama olduğu gibi… Ne eksik ne de fazla…

Ve son sahne. Film o kadar güzel bitiyor ki…


 

Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...