12 Ocak 2023 Perşembe

Âşıklar Bayramı

 

Film eski bir fotoğraf stüdyosunda başlıyor…

“Çekiyorum 1 2 3!”

Baba oğul hatıra fotoğrafı çektirir…

Aradan çok uzun yıllar geçer. Oğul büyümüştür. Koskoca bir avukattır artık.

***

Yusuf eve gelir, yorgun olduğu her halinden bellidir. Daha doğrusu yarımdır, her akşam olduğu gibi. Dinlediği şarkıdan da benim anladığım buydu; “Ne zaman geldin ruhum görmedim seni. Uçaktan atlarken unuttum galiba özledim…”

Camın kenarında bir kadeh rakı içer. O da yetmez bir de ilaç alır, adını söylemeyeyim; benim de uçağa binerken aldığım o ilaç!

Uyur…

Kapı çalar.

Yusuf kapıya doğru gider ve açtığında gördüğü şey; 25 yıldır görmediği babasıdır.

Babası bir âşıktır, sazına ve türkülere âşık bir âşık. Elinde saz bir de valiz kapıda öylece bakakalır oğluna, oğlu da ona… Valizinde taşıdığı şeyinde kefen olduğunu ilerleyen sahnelerde görüyoruz.

25 yıl sonra babanın ağzından çıkan o soluk lâf; “iyi akşamlar!”

25 yıl sonra “iyi akşamlar mı!” diyor insan izlerken. Ve kendi hayatı içinde dolanıyor sessiz sedasız; “der mi der…”

Ve bazı ilişkiler bittiği yerden hiç kopmamış gibi devam eder. Ama bazıları! İşte bu filmdeki baba oğul ilişkisi de devam edemeyenlerden oldu… Edemezdi de. Yabancıdan da yabancı olur en yakınınız yıllar sonra, o boşluğu dolduramazsınız.

“Bu misafiri kabul edersen” der baba. Yusuf büyük bir şaşkınlıkla babasını içeri davet eder “estagfirullah, geç…”

Eve geçebilir, yerleşedebilir ama hayatının neresine yerleşecektir bu adam. İşte sorgulamalar bu sahneden sonra başlıyor. Yusuf’un gözlerinde görünen şey şu; “neredeydin 25 yıldır, nerede?”

Garip bir yaratığa bakar gibi süzüyor babasını çaktırmadan… Öyle ya, ne yer ne içer bu yaratık. Nelerden hoşlanır ya da neleri sevmez. Sigara içer mi mesela? Ya elindeki saz? En sevdiği türkü hangisi acaba?

Ve kısa süre içinde Yusuf babasının ağır hasta olduğunu öğrenir. Babasına acilen hastaneye yatmasının gerektiğini söylese de babasının tek derdi vardır Âşıklar Bayramına gitmek. Baba Yusuf’u ikna eder ve yola çıkarlar. Baba uzun yola dayanamaz ve hastaneye yatmak zorunda kalır. Tabi bu yol boyunca 25 yılın hesabı sorulmuştur Yusuf tarafından “neden? Neden?”

Türküler ve semahla süslenmiş, yalın anlatımı ve derin manasıyla izlenesi ve ibret alınası bir film. Bir sahne var ki aklımdan çıkmıyor; Yusuf yolda mola verdikleri sırada babasını çağırır bir fotoğraf çekelim, hatıra kalsın der. Ama birbirlerine o kadar yabancıdırlar ki sanki Yusuf’a göre kadrajda baba yok, babaya göreyse oğul yok. Antika neden kıymetlidir? Yaşanmışlıkların yüzü suyu hürmetine. Bir insan eski bir fincan ya da bir sehpa kadar mı var olmaz hayatında insanın? Kokusu, dokusu… O fotoğraf da öyle bir fotoğraftı.

Bazı soruların cevabı yoktur maalesef. Ve bazı soruları sormak yerine büyük büyük yutmak gerekir.

Filmin sonunda önde ambulans gider, arkada Yusuf’un arabası…

Aklıma babamın cenaze aracının arkasından gidişimiz geldi.

Geceydi…

Dolunay Toros dağlarının ardından sadece bizi izliyor gibiydi…

Yarım giden babalara, yarım kalan çocuklara selam olsun.

Ya siz nasıl yarım kaldınız?

BtL


2 Ocak 2023 Pazartesi

Kurak Günler

 



Küçük bir kasabaya atanan savcının etrafında gelişen bir takım olaylar…

Küçük bir kasaba ve atanan savcının altını çizmek gerek. Bir taşra hikâyesi görüyoruz filmde. Kasabada yaşanan su sıkıntı üzerinden senare edilen hikâye, savcının çok genç ve tecrübesiz oluşu sayesinde dallanıp budaklanıyor.        

“Küçük kasaba”ya gelince; dedikodu ve kalıplaşmış fikirlerden beslenen, küçük insanların baskısının her köşesine sindiği ilkel bir şey ya da yer!

Yalnız şunu söylemem gerek; bitişi ne kadar kötüyse filmin başlangıcı o kadar iyi! Mükemmel bir başlangıçtı. Açık bir şekilde anlatmayacağım huyum kurusun. Gidin izleyin diyeceğim her zamanki gibi. Sonuna neden kötü değimi açıklamam gerekirse; maalesef tam başladığı yerde biten bir film olmuş. Eminim yönetmen de bunu fark etmiştir, hatta şu an “neden neden” diye hayıflanıyordur. Bu da onun tercihi der susarım o başka, ama keşke film üç saat sürseydi ve yine açık bir şekilde kalsaydı.

Başlangıca gelirsek; maalesef ilkel görüntülerle başlıyor film. Ve bu görüntüler artık Türkiye’nin bir ucunda değil neredeyse metropoller de dahi yaşanıyor diyeceğimiz cinsten. Neyse ki şehirde yaban domuzu yok! Ama silah sıkmalar, hala havai fişekler, gürültüler, patırtılar, cahil cühela tayfası şehrin ortasına çökmüş durumda. Tabi bunu filmde kasaba ekseninde görüyoruz. Yönetmen kanırtmış. İyi de yapmış.

Belediye başkanının sağ kolu tam bir domuz avcısı ve güçten (iktidardan) beslenen biri. Genç savcı, bu adamların tuzağına düşüyor… Diyor ki insan “koskoca savcı nasıl olur?” O yüzden en başta “tecrübesiz” vurgusu yaptım. İlla tecrübe mi gerek?  Bazen evet.

Konu derin aslında ama işin kötüsü çok kısa zamana sıkıştırılmış. Doya doya izleyip yorumlamak varken, zurnanın zırt dediği yerde bitiyor film. Zaman kaygısından mı bırakılmış yoksa dağınık mı kalmış bilemedim.

Çok güzel sahneler ve geçişler var. İzlenmeli.

Kim bilir belki devamı gelir.


Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...