8 Şubat 2022 Salı

Bir okuma tiyatrosu Arap Gecesi

 


Arap gecesi deyince çok farklı şeyler gelebilir aklımıza. Çölde mi geçiyor hadise? Afişteki deve de neyin nesi? Evet bir deve var oyunda ama küçük bir devecik…

Ronald Schimmelpfennig’in yazdığı Lale Ertiş Gençtürk’ün yönettiği oyunda beş okuyucu vardı. Okuma tiyatrosu görsel olarak herhangi bir şey sunmasa da beni en çok yoran oyun çeşididir.

Oyuncuların ellerinde notlar önlerinde mikrofon ve kendilerine düşen rolü okurlar. Klasik bir tarzdan daha mı zor? Galiba evet… Sıra sana geldiğinde repliğini kaçırma lüksün yok, doğaçlama yapma şansın da yok. Tamamen metne bağlı ve basit gibi görünse de karmaşık bir tür.

Aralarda oyuncular yerlerini değiştiriyor. Hepsinden öte oyunun arka planında ses efektini sırtlanmış Emre Çebi’yi bir kez daha tebrik ediyorum. Sanırım onun işi hepsinden daha zordu. Hikayede geçen tüm sesleri çıkarmak zorunda. Bu yüzden tüm oyunu sırtlanmıştı. Basamak sesleri, motor sesi, anahtar sesi… Çebi’nin performansını da oyun boyunca izleyebiliyorsunuz.

Hepsini göz önünde bulundurduğumuzda izlemesi oldukça zor bir oyundu. Her konuşmacıyı takip etmek gerçekten gözleri yoruyor. Göz kaslarınız çalışıyor kötü bir şey değil elbet ama klasik bir tiyatroda kostümden, dekora kadar diyalogları, eylemleri tamamlayıcı bir çok enstrüman bulabiliyoruz.

Konusuna gelirsek; psikolojik gerilim diyebilirim. Öte yandan bir bölümünde özellikle oyunun sonuna doğru fantastik bir anlatım var onu çok beğendim. Burada söylemek istemiyorum fakat farklı bir şey izlemek isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim. Farklı ve özel bir performans.

Beş insanın bir gece içinde bir apartmanda başına gelenleri izleyeceksiniz daha ziyade dinleyeceksiniz.

Bu arada DT Garibaldi Sahnesinde izledim. Oyun doğru bir yerde sergilenmiş. Garibaldi adlı bina 1885 yılında üç eski ahşap evin satın alınıp yıkılarak arsalarının birleştirilmesinin ardından inşa edilmiş. Kapıdan girdiğiniz an büyüsüne kapılacağınız bu tarihi binada mutlaka bir oyun izlemelisiniz. Oyunun sergilendiği salonun duvarında eski yıllardan kalma olduğu belli olan bir yazı karşılıyor sizi “Chi Ama La Patria Onor con le opere” / “Vatanını seven onu eserle onurlandırsın”



2 Şubat 2022 Çarşamba

Bir Picasso


Geçtiğimiz günlerde izlediğim bir oyundu Bir Picasso.

Bunun öncesinden de okuduğum Picasso’yla Yaşamak adlı kitap ve aynı adlı filmden sonra oyununu da izlemek bana büyük keyif verdi.

 Picasso’yu anlamak ve anlatmak çok geniş kapsamlı bir bilgiye sahip olmayı gerektirir. Gerek siyasi anlamda gerek onunla doğan Kübizm akımını bilmek/anlamak anlamında. Tüm bunların daha kolay anlaşılması içinde her zaman özel hayatı gündeme gelmiştir. Çapkın olduğu vesaire gibi konuların etrafında dolaşan kocaman bir hikâyesi vardır Picassonun… Yani Pablo Picasso’nun…

 Fransa’da yaşamış bu İspanyol ressamın merak uyandıran hikâyesi kitaplara konu olduğu kadar sinemada da yer bulmuştur. 1996 yapımı Survivin Picasso (Picasso’yla Yaşamak) adlı 2 saatlik film, konusu ve oyuncularıyla göz doldurur. Anthony Hopkıns’in mükemmel oyunculuğuyla o dönemlere yolculuk edersiniz filmde.

Bir Picasso, Mecidiyeköy Stüdyo Sahne’de izleyenleriyle buluşuyor…

Burası oldukça küçük bir sahne. Burada birçok oyun izledim şimdiye kadar fakat bu sefer ki biraz ilginçti. İlginçliği sahne tasarımından geliyor. Herkes kapıda sırasını bekliyor. Kapı açılıyor ve karanlık bir ortam. Yavaşça loş bir atmosfer oluşuyor izleyiciler girdikçe ve sahnenin ortaya alındığını görüyorsunuz. İzleyici sandalyeleri iki gruba ayrılmış; sağda bir grup solda bir grup… Sahne ortada. Buna benzer bir sahneyle en son Kafka’nın başyapıtı olan Dönüşüm adlı eserinin uyarlamasında karşılaşmıştım. O da ortadaydı ve eminim bu tip sahneler oyuncuları çok daha heyecanlandırıyordur en az izleyicileri heyecanlandırdığı kadar.

Picasso ressamlığının yanı sıra heykeltıraş, şair ve sahne tasarımcısıdır… Sahneyi bu şekilde görünce aklıma gelmedi değil. Sahne çok zengindi. Çekebildiğim kadarını paylaşacağım. Heykeller, eskizler, çerçeveler, resimler, çalışma aletleri vesaire her şey detaylı bir şekilde düşünülmüş. Kısacası Picasso’yu yansıtan bir sahne yani atölye olmuş. Hazırlayanların ellerine sağlık.

Oyun 1941 Paris’inde geçer. Nazi işgali altında yaşam süren Picasso’nun çok meşhur tablosu Guernica’dan da bahsedilir oyunda. Guernica, Picasso’ya ait olan yaklaşık 3.5 metre yüksekliğinde 7.8 metre genişliğinden olan çok meşhur anıtsal siyah beyaz bir tablodur ve tablonun hikayesi ise şöyledir; 1937 Nisan ayında İspanya’nın küçük bir sahil kasabası olan Guernica Alman bombardıman uçakları tarafından bombalanır. Üç saatten fazla süren bombardıman modern zamanda sivil halka karşı gerçekleştirilen ilk sistemli katliam olarak da tarihe geçiyor. Tabloya baktığınız zaman Picasso’nun bundan çok etkilendiğini görebilirsiniz.

Böyle bir biyografik oyunu yüzeysel olarak anlatmak çok mümkün değil, o yüzden ana karakteri biraz incelemek gerekir. Picasso bana göre bir dâhidir. Oyunda şuna benzer bir cümle geçiyor: “Portresini yapıp ona gösterdim, bana ne dedi biliyor musun? Bu bana benzemiyor ki!” Ona dedim ki “ama sen buna benzeyeceksin.”

Harika bir cevap değil mi? Onun ne kadar zengin bir bakış açısına sahip olduğunu anlıyoruz burada. Tabi bu derin konuları topluma geçirebilmek için işe magazin de katılmış. Sert konular bu şekilde mi yumuşuyor bilmiyorum ama Picasso eserleriyle yaşayan ve hiçbir şeye yaslanma ihtiyacı olmayan bir sanatçıdır. Kübizm demiştim ki benim de resim sanatında ilk sıradaki tercihimdir kübik eserler. Buradan Metin Akarslan hocama rahmetle selam ederim. O da ülkemizin kübizm alanında yetiştirdiği ender ressamlardandı ve aynı zamanda hem hocam, hem de manevi ağabeyimdi.

Oyuna dönersek; Ahmet Burak Bacınoğlu (Picasso)’nun gölgesinde bir Picasso izledik. Çok başarılıydı. Picasso’nun gerçek enerjisini oyunun sonuna kadar bize hissettirdi. Bacınoğlu’na eşlik eden ikinci oyuncu ise dönemin Almanya Kültür Bakanlığı sorumlusu Bayan Fischer. İkisi dönemin politik ve sanat olaylarını sorguluyor ve tabi kadın erkek ilişkileri de nasibini alıyor.

Mutlaka gidin izleyin dediğim oyunlardandı. Dediğim gibi bir sanatçıyı hele de Picasso gibi bir dehayı anlamak/anlatmak çok kolay ve basit değil… Bazı sanat eserlerini, bu film de olabilir, resim de; kitap gibi okumak gerekir. Rahmetli Metin hocam her yeni eserini özenle çıkarıp önüme getirdiğinde onu anlatmamı isterdi. İşte o zaman başımdan aşağı kaynar sular dökülürdü. Çünkü eserdeki her hareketin kendi iç dünyasında çok derin anlamları olurdu. İnsan da böyle değil mi? Ne bir eser ne de insan asla göründüğü gibi değildir. Her ikisini de çok iyi okuyup anlamak gerekir.

BtL




 

 


 

Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...