25 Ocak 2022 Salı

Sessizliğin Müziği



Sessizliğin Müziği

Çok, çok ama çok sevdiğim bir sanatçının hayatını anlatan harika bir film Sessizliğin Müziği.

Filmde Amos Bardi olarak geçen Bocelli’yi mükemmel bir oyunculukla Toby Sebastian canlandırıyor. Benim bu harika sesle tanışmam neredeyse yirmi yıl önceydi. Bir radyoda (Joy FM) duymuştum adını ve sesini. Hiç unutmam bir deniz kenarında kulağımda walkman “Melodram” adlı eserini söylüyordu. O zamanlar youtube mi var, albüm satan kitapevleri mi? Birkaç yer var ama bu özel isimler yok. Pavarotti, Bocelli gibi adamların albümlerini CD’nin icadı da dahil olmak üzere her zaman İMÇ’den temin edebilmiştim. Aldığım kasetleri hala saklıyorum. Bir kaçının fotoğrafını ekleyeceğim. Kasetçiler benim için depodan getirirlerdi bu albümleri. Bu arada Mario Frangoluis ve Alessandro Safina’yı  da tavsiye ederim. Özellikle de Pavarotti’nin The DVD Collection’u her eve lazım.

Filme gelirsek; yıl 1958, dönemin Toscana’sını görüyoruz filmde bol bol. Harika doğa ve insan manzaraları. Ben Bocelli’nin görmediğini Melodram klibini izlediğimde fark etmiştim. Klipte ata biniyordu. Klip senaryosudur herhalde diye düşünmüştüm ama Bocelli gerçekten de iyi at biniyormuş! Amos yani Bocelli dünyaya geldiğinde ailede büyük bir sevinç yaşanır. Çünkü bir erkek dünyaya gelmiştir! Haberi alan babası arabaya bindiği gibi soluğu hastanede alır. Amos annesinin kucağındadır. Bir süre sonra gözlerinde bir sorun olduğu ortaya çıkar. Ve bir operasyon gerçekleştirilir fakat değişen pek bir şey olmaz. Amos okul çağına gelmiştir ve doktoru ailesine Braille alfabesi yani körler alfabesini öğrenmesi gerektiğini söyler. Ailesi bunu içten içe kabul etmese de körlerin gittiği bir okula yazdırırlar çocuklarını. Amos bunu zor kabullenir ama bir süre sonra uyum sağlar. Bu esnada çok çok az yani flû diyebileceğimiz görme yetisi okulda maç yaparken aldığı top darbesiyle tamamen kaybolur.

Asıl önemli detay amcası Giovanni’dir. Sık sık Giovanni’ye gider Amos ve orada devamlı klasik müzik ve opera dinler. Amcası sayesinde bu müziğe aşık olur farkında olmayarak. Bir süre sonra o da söylemeye başlar ve amcası onu sonuna kadar destekler. Ve Amos şöyle der: “şarkıcı olacağım, Franco Corelli gibi” der…

Zor bela liseyi bitirir. Derslerden nefret eder, özel dersler alır. Ergenlik çağına geldiğinde sesini kaybeder ve umudun, şarkıların yerini karamsarlık ve babasının da istediği mecburi hukuk tahsili alır. Ama kader bu ya müzik asla peşini bırakmaz. Okulda tanıştığı müzisyen bir arkadaşı onu tekrar müzikle barıştırır. Barda söylemeye başlar Amos…

Bundan da önce; küçücük yaşta bir tenor edasıyla “O sole mio” yu söylemiş ve katıldığı ilk seçmeden başarıyla çıkar… Devamı da gelir. Ama çok zor süreçler geçirir. Asıl büyük hocası Maestro (Antonio Banderas) ona sessizliğin müziği felsefesini öğretir. Burası filmdeki önemli nüanslardan biridir. Büyük bir öğreti!

Bu gerçek bir başarı öyküsüdür. Bir saat elli beş dakikanın sonunda “nasıl yani bitti mi” dediğim filmlerden biri oldu. Genç yaşında bir opera eleştirmeni tarafından reddedildikten birkaç yıl sonra Pavarotti’nin bizzat “varisim” dediği bu ses doğdu… Filmde Nessun Dormalar, O sole miolar havada uçuştu, özellikle Maestro’nun Bocelli’yi çalıştırması esnasında… Filmde Bocelli’nin kendisini de görüyoruz.

Kader her zaman yolumuzu çizer ve filmin sonunda Bocelli’nin kendi ağzından da bir mektup okuruz inanca, kadere ve hayata dair. Bocelli bugün 63 yaşında, ömrü uzun olsun.

Bana kalsa daha yazarım da sanırım kesmem gerek! Bu adamları dinleyin. Nitelikli müzik, nitelikli insan her zaman iyi bir öğretmendir. İlham verir… Mesela arabesk dinlerken ne yazabilirsiniz ne de çizebilirsiniz. Ama bu ve bunun gibi adamlar yazdırır ve çizdirir. Hayatın anlamını ancak bu şekilde kavrayabilirsiniz. Kim bilir bizdeki Bocelliler de bir gün gökteki yıldızlar gibi parlar.

İyi ki varsın Bocelli, iyi ki böyle de bir film çekildi!

BtL




 



23 Ocak 2022 Pazar

Fil

 


Fil

“Bayanlar baylar!” diye çıkıyor sahneye yokluğun ifadesi olan kızarmış burnuyla genç kadın. Oyuncu nezle ya da grip değildi çünkü iki sene önce de izlemiştim bu oyunu. O yüzden böyle bir anlam yükledim o buruna.

Ve kadın devam ediyor: “Dünyanın En Büyük Sihirbazı olarak adlandırılan bir adamın çok çok çok ama çok acıklı bir hikâyesidir.”

Hikâye acıklı, sembollerle anlatım keyifli ve tatmin edici. Kendini çok ama çok yücelten bir sihirbazın hayatından bir kesit görüyoruz oyunda. Kırılma noktasıysa şapkasından “çıkardığı” kocaman bir Afrika fili. Hem de erkek!



Bu oyunların yazılmalarının sebebi sizce nedir? Yaşanmışlıkların neticesi değil mi? Yazar bir fil kadar şişmiş egoyu Afrika filiyle özdeşleştirmiş. Neyse ki bu tiplerin yanında da hep bir vefakar, cefakar birileri vardır. Bu oyundaki cefakâr ise sihirbazı anons eden kırmızı burunlu genç kadın. Ve sihirbaza aşık ve kendini ona adamış.

Ona verdiği değer ve karşıdan yağan değersizlik duygusu hiç de yabancı değil. Bazen kaderin bize biçtiği rolü oynarken “sevgimi hak etmiyor” dediğimiz anlarla karşılaşmışızdır. İnanmışsanız eğer mücadele verirsiniz.

İşte oyunda en can alıcı sahne de buydu! Bir taşla ne çok şey anlatılırmış meğer diyorsunuz oyunun sonunda. Ve kavanozda kalmış o bir fasulye tanesiyle yaratılan hikâyenin ardından bir kadının, aşkından nasıl da haşlamış bir yumurta yumurtladığını görürsünüz. Ve yumurtlama sahnesinin ardından  gelen kurlar silsilesi.

Ama adam o kadar kibirli ki kadının yüzüne bakmıyor.

Sonunda ne mi oluyor?

Ne olduğunu gidip siz göreceksiniz.

Teşekkürler Tiyatro BeReZe

Teşekkürler Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy

(Not: Merak ettim her seferinde farklı fasulye tanesi mi?) J

Bu arada kostümler, dekor ve müzik çok güzeldi. Kadın oyuncunun duygularını ifade etmesi açısından ön plana çıkması gereken gözlerinin hakkıyla gözlerimize sokulması ise bence önemli bir detay…




10 Ocak 2022 Pazartesi

Aşkın Tarifi


                                   Bir Yemek Tarifi mi Yoksa Aşkın Tarifini mi Merak Ederdiniz?

Aşk Tarifi (Köri Soslu Fransız Yemeği) 2014 yapımı bir film. Aşk deyince kafalar karışıyor tabi ve işin içinde “tarif” varsa daha da karışık. Aşk nasıl tarif edilir ki? İlk kitabımın adı “Bana Aşkı Anlat”tı. Oldukça cesur muşum demek ki! Ya şimdi? Belki bir omlet tarifini anlatacak kadar J

Mesela aşkı Kafka’dan mı dinlemek isterdiniz yoksa Nazım’dan mı, belki de İran’ın Kafka’sı olarak ünlenmiş Sadık Hidayet’ten? İkinci Yeniler olarak bilinen şairlerimizi de es geçmemek lazım bu anlamda… Kafka Milena’ya olan aşkıyla bilinir ama bana göre ondan korkuyu dinlemek gerekir. Edip Cansever’se gençlik dramının ardından eminim yaşadığı hiçbir aşka inanmamıştır, Nazım’sa en çok kendine âşıktı bence, kadınlar da Ona. Bana gelince benim sadece soyadım Âşık ve tarif olarak sadece omlette iddialıyım  Hassan Kadam gibi J

Herkesin bir hikâyesi var tıpkı senin gibi. Evet sen, şu an bu satırları okuyan sen… Bilmediğimiz gerçeklerin gölgesinde yaşıyoruz her birimiz. İşte bahsetmek istediğim filmde de herkesin kendine ait bir hikâyesi ve yaşam mücadelesi var; en az senin mücadelen ve en az benim mücadelem kadar.

Bombay’da yaşaya Hassan Haji bir ayaklanma sonucunda eşini ve lokantasını kaybeder ve ailecek Fransa’ya göç ederler. Bu onlar için büyük ve zorlu bir deneyim olacaktır. Çocuklar önce itiraz eder. Çünkü babalarının bulduğu restoranın karşısında Fransa’nın en iyi restoranı vardır öyle ki restoran dünyasının Oskar’ı olarak bilinen Michelin Yıldızına sahiptir. Bir çeşit puanlamadır bu. Ve işte bu restoran da buna sahiptir. Tüm bunların farkında olan çocuklar babalarına karşı gelir. “Hayır, karşımızda böyle bir restoran varken biz burada iş yapamayız!” Öte yandan bu restoran zaten kapısına çoktan kilit vurmuş eski bir restorandır. O da zamanında karşı restoranla baş edememiştir. Ama  babanın umrunda bile değildir. Hint lezzetlerine, baharatlarına ve kendine çok güvenir.

Karşı restoranın sahibesi (Helen Mirren) Hintlilerin hummalı çalışmasını fark eder ve önce önemsemez ta ki genç şefle yüzleşene kadar. Dostluğu ve samimiyeti sonuna kadar hissettiren harika bir film.

Benden de bu kadar… İzleyin ve emin olun başucu filmlerinizin arasında yer alacak bu romantik dram.

Sosların arasına karışmış kibri tadacaksınız, tevazua biraz baharat serpeceksiniz, soğanlar o kadar hızlı doğranacak ki sanki birazdan soğan değil şefin parmaklarını yiyecekmişsiniz gibi hissedeceksiniz… Ama en güzel tarif yine de aşkın tarifi olarak kalacak hafızalarınızda. 


 

Merhaba Halikarnas Balıkçısı

  Merak ettiğim bir oyundu “Merhaba Halikarnas Balıkçısı” Sebebi kırmızı çizgilerimden biri olan M. Cevat Şakir anlatısı olması. Bu bir an...