“Dünyadaki en iyi renk size yakışan renktir” diyor Coco Chanel
Bu sözle anlarız ki, aslında herkesin kendine ait bir rengi
var. Ve vitrinler bu renkleri bizlere sunmak için var. Peki herkes rengini
belirleyebilir mi? Doğrusunu söylemek gerekirse ben öyle olduğunu düşünmüyorum.
Chanel bakan ve görebilen bir göz olduğu için bu sözü rahatlıkla söylemiş ve
hem şahsi olarak hem de ürünleriyle insanların bedenlerini en güzel renklerle
donatmıştır.
İnsan kendi kendinin vitrini olabilir mi?
Şöyle bir şarkı vardı bir ara; “belki biraz da kızardın ama
sana kırmızı çok yakışıyor…” Duygusal reflekslerimiz yüzünden bazen ister
istemez kızarız ya da morarırız. Biz renk değişimine uğrarken muhatabımız da
sevinçten sararıyor olabilir. Yoksa Chanel bunu mu demek istemişti de biz işi
modaya çevirdik?
Vitrin, bir şeylerin sergilenmesi için, görülmesi için
yapılmış camlı dolap ya da camekânlı bir bölmedir.
Bir mağazanın önünden geçerken kimi zaman vitrine bakarız
kimi zaman da geçer gideriz. Bir hikâyesi yoktur çünkü. Sadece kalabalıktır
hatta belki biraz da tozlu. Kim bilir o an hayatımızın unutmaya çalıştığımız bir
bölümünü hatırlatmıştır bize ve çekip gitmişizdir oradan hızlı adımlarla. Gereksiz
kalabalıklarla yorulduğum zamanların tercümanıdır istif edilmiş kazaklar ve
pantolonlar…
Mankenlerin kimi yerde oturur pozisyonda kimiyse tavana
asılmış şekilde bize bir şeyler anlatmak ister gibidirler vitrinlerde. Kimi çok
şıktır kimi de rüküştür kimilerimize göre. Ya rengini beğenmeyiz üzerindekinin
ya da kombini hoşumuza gitmez. Peki bunlar aklınızdan geçerken hiç vitrindeki
yansımanızı izlediniz mi?
Sizi kim beğensin?
Soğuktan kızarmış burnunu kapitone montunun kenarından
taşmış olan atkına sokmaya çalışırken seni kim beğenebilir? Bu arada asla ve
asla yaşlandığım zaman kapitone kaban ya da mont giymeyeceğim hele de onu giyip
çapraz çanta takmayacağım omzuma! Yemin ederim!
“En kötü düşmanınla tanışacakmış gibi giyin” derken Coco
Chanel acaba kimden esinlendi. Şıklığa ve stile parfüm kadar önem veren bir
kadının mutlaka bir bildiği vardı. Belki de kendi kendinin vitrini ol demek
istemişti bize.
Eski İstanbul fotoğraflarının arasında sıklıkla gördüğümüz
bir manzara vardır ki, o da şık giyimli insanlar. Yani kumaşa bürünmüş
insanlar. Şimdilerde şişme montlar içinde yolda yuvarlanırcasına ilerleyen,
silindirden hallice insanları görüyoruz. Bu hızlı yaşamanın ve tüketimin bir
sonucudur bana göre. Giyin, çık, ısın… Giyin, çık ve sıcak ol ama asla şık
olma, bir stilin olmasın ve yakışmasa da ısrarla o sevdiğin rengi kullan.
İnanın bu kadar dostumuz yok. Duyduklarınızın hepsi sadece iltifat.
Geçen gün
ekranda bir adam gördüm. Kaşlarını almış incecik, küçük pembe bir gömleğe sığmaya
çalışmış, düğmeleri ha koptu ha kopacak… Kendini şık zannediyordu belli ki.
Üzüldüm… Çünkü komikti. Şık değildi. Orijinal kaş görmeyeli uzun zaman oldu. Hemen
herkesin kaşları trafik şeridi gibi “kusursuz”.
Kusurlu ol ama biraz… Farklı ol ama abartma… Kendi vitrinini
yarat. Kendi vitrinini yaratamazsan eksik kalırsın.